|
......................................................................
Çeşit çeşit nimetleri
daima bağışlayıp duran... |
......................................................................
“BAĞIŞLAYAN, BAHŞEDEN, KARŞILIKSIZ VEREN” manalarına gelen “el-Vehhâb”
İsm-i Şerif’i Kur’an-ı Kerim’de üç defa geçmekte.
Aşkımızın meyvesi olan çocuklarımızı bize bağışlayan, kuru topraklardan
rahmetiyle bizlere yiyecek ve içecekler bahşeden “el-Vehhâb”a iman
edenler: “Ey Rabbimiz (CC)! Bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi eğme ve
bize katından rahmet ver. Sen karşılıksız verensin.”
diye dua ederler.
VEHHÂB’ın kendilerine verdiği nimetleri karşılıksız olarak Allah (CC)
Hz.leri’nin kullarına verirler ve gönüllerindeki Hak ve halk sevgisini artırırlar.
“Veriyoruz ama layık mı değil mi bilemiyoruz” demeyin. Sadakalar mü’mine,
kafire ve hayvanlara verilir. Aç köpeği sulayan kadının cennetlik olduğunu
Peygamberimiz (SAV) haber verir.
Vermek insana huzur verir, ama biz bu zevki tatmak için vermeyeceğiz. Allah
(CC) Hz.leri’nin rızası için vereceğiz.
“Onlar (Mü’minler) sevmelerine rağmen yemeklerini fakire, yetime ve esire
yedirirler. Biz ancak Allah (CC) rızası için yediririz. Sizden bir karşılık ve
teşekkür istemeyiz.”
derler.
Batılı siyasiler, askerler ve gazeteciler, Sırpların elindeki Müslüman
esirlere işkence edildiğini, Müslümanların elindeki Sırp esirlere işkence
edilmediğini, insanca muamele edildiğini görünce düşündüler. Aynı ırkın
insanları, aynı okullardan diploma almışlar ama biri zalim, zorba öbürü
düşmanını esir edince İslam’ca davranıyor. İşte aradaki Müslüman-Hristiyan
farkı ortaya çıkıveriyor. Kur’an’ın bir ayeti batılı uzmanların gözlerini
İslam’a çeviriveriyor.
Bu İsm-i Şerif “he”nin kesriyle hibedendir. Hibe, herhangi bir karşılık
ve menfaat gözetmeden birine bir malı bağışlamak manasınadır. İsm-i Şerif bu
mananın çokluğunu ifade eder. Bu da her zaman, her yerde ve her şeyi verebilmek
kudretidir. Mesela: Muhtaca mal, hastaya şifa, cahile bilgi, kısıra çocuk,
sıkılmışa kurtuluş... bağışlamak gibi.. Sonra en ufak, en ehemmiyetsiz hacetten,
en büyük ve mühim hacetlere kadar hudutsuz, kayıtsız ve şartsız hakiki
bağışlayıcı ancak Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’dir. Çünkü her şeyi Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri yarattığından ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri vermedikçe hiç kimse
bir zerreye sahip olamıyacağından, hakiki olarak her şeyin sahibi de Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’dir. Bağışlayanı da Allah'tır (CC). Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri, insanlar arasında bağışlayıcı bir sınıf yaratmıştır. Bunlar, Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’nin bağışlayıcılık sıfatını gösteren nişanedir. Bir insan
bir veya birkaç insana birşeyler bağışlayabilir, bununla umumun sevgisini
üzerine toplar. İşte bunu düşünerek “el-Vehhâb” İsm-i Şerif’indeki
büyüklüğe ermeli, ermeli de asıl sevginin ve minnettarlığın, mahlukatına namütenahi
nimetler bağışlayıp duran Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne aidiyetini kabul
etmeli. Bu kabil insanları, bağışlayıcılık sıfatında katiyyen Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri’ne ortak tutmamalı.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, her sıfatında olduğu
gibi bu sıfatında da tektir. İnsanlar bağışladıkları malların muvakkat ve
iğreti olarak sâhibi olsalar da yaratıcısı değildirler. O malları onlara Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri bağışladığı gibi, verene verme muhabbetini, alana faydalanma
kudretini bağışlayan da O'dur (CC).
|
|