|
......................................................................
“Münevvir manasına” Alemleri nurlandıran,
istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran … |
......................................................................
Türkçesinde
de “Nur” dediğimiz bu ismi cemil Kur’an-ı Kerim’de “Allah (CC) göklerin ve
yerin nurudur.”
“Yer, Rabbinin (CC) nuruyla parladı.” (Zümer
69) ayetlerinde iki defa geçmekte. Kur’an-ı Kerim’de 43 defa geçen bu “Nur”
kelimesiyle kastedilen gönüllerin aydınlığını sağlayan Kur’an ve imandır.
Işık
bizim görmemizi sağlar. Ak ile karayı, ip ile yılanı, gül ile dikeni, dost ile
düşmanı biz aydınlıkta anlarız. Onun için Rabbimiz (CC) gündüzlerimiz için
güneş ışığını, gecelerimiz için ayın nurunu yaratmış.
Birde
iyiyle kötüyü, hayırla şerri, suçla cezayı, iyilikle mükâfatı belirlemek için
“Nur” diye isimlendirdiği kitaplarını indirmiş.
Allah
(CC), gökyüzündeki güneşini karartıverse onun ışığının yerini tutacak bir ışığı
ve ısıyı insanlık yapamaz. Dünyanın tamamını güneşin içine yakıt olarak atsak,
sobaya atılan bir kağıt parçası gibi yok olur gider.
İşte
Allah’ın (CC) kitabı da öyle. İnsanlığın hayatından bir çekiliverse güneşin
yerini tutsun diye takılan ampuller gibi her an patlamaya hazır insani
ışıklarla altı milyar insanın içini ve dışını aydınlatmak mümkün değildir.
Bir
güzele, bir çiçeğe, bir denize, bir manzaraya bakınca heyecana kapıldığımızda
hemen görüleni ve gören gözü yaratanı düşünüp ona hamd edelim.
Pervane,
kelebekler gibi O Nur’un etrafında O’nun (CC)gösterdiği yönde dönelim. Mümin e,
kafir e dönüyor ama kafir ters yönde döndüğü için yolun sonu Cehenneme çıkıyor.
Cehennemin narını Nur gibi görüyor.
Gönlümüze
ve gözümüze nur veren, çocuklarımızı gözümüzün nuru kılan Nur’a iman eden
bizler hep aydınlık tarafta olacağız, aydınlatacağız.
Nur,
ışık demektir. Işık tarif istemez. Çünkü o gözlüye gizli değildir. Allah-ü
Teala (CC) mahsusatı görmek için ışık yarattığı gibi, mahluatı anlayabilmek
için de, ışık yaratmıştır. Mahsusatı gösteren ışık, Güneşin ziyası, onu gören
de gözdür. Mahlukatı gösteren ışık, iman ve irfan nuru, onu idrak eden de
basiret, yani kalb gözüdür.
İMAN NURU VE GÜNEŞİN ZİYASI:
Güneş,
gökleri ve yeri aydınlatıyor, bu sayede etrafımızdaki eşyayı görüyor, onların
biçimlerini, renklerini, nevilerini öğrenip kendilerinden faydalandığımız gibi
dağlarda, kırlarda, çöllerde geçeceğimiz yolların selamet taraflarını,
tehlikeli bataklıkları veya uçurumları görüp duruyoruz. Demek ki, Allah-ü Teala
(CC) güneşi, bize maddiyatımızda faydalı ve tehlikeli noktaları gösteren bir
nur olarak bağışlamıştır. Bunun gibi maneviyat aleminde de yine faydalı şeyleri
sezmek, tehlikeli noktaları görmek için, iman nuru ihsan buyurmuştur. Allah’ın (CC)
insana en büyük bağışlarından biri de, gönlünde uyandırdığı iman güneşidir.
Elhamdülillah, bu güneşin nuru sahibinin yüzünü, suratını güzelleştirip letafetlendirdiği
gibi, siretini de parlatır, bütün kötü huylardan kurtarır. Çünkü kötü huylardan
herbirinin küfre inen bir yolu vardır. Onun için imanla barışamaz. Mesela,
başkasının elde ettiği nimetin yok olmasını istemek: Bunu tahlil edersek, hased
de Allah-ü Teala’ya (CC) itiraz manası bulunur. Yani hasid, demek istiyor ki, “Ya
Rabbi (CC)! Bu nimeti bu adama vermemeliydin; çünkü bu ona layık değildir.” haşa,
Allah-ü Teala (CC) vereceği yeri bilememiş demek oluyor ki, bunun küfür
olduğunda şüphe yoktur.
İman
nuruyla, insanı içinden, dışından kuşatmış olan böyle tehlikeli karanlıklar
açılır. Altı, üstü, sağı, solu, önü, arkası nur içinde kalır. Karanlıktan ileri
gelen kuruntular dağılır, hakikatlar sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık nurları
doğar. Hakk’tan (CC) gelindiği ve yine Hakk’a (CC) dönüleceği bilinir.
İMAN NURUYLA AYDINLANMAYAN GÖNÜLLER NİÇİN
MUZTARİPTİR?
Çünkü
oralarda bütün kötü huylar toplanır ve bunların herbiri birer diken olur da, sahibine
rahat yüzü göstermez. İğneli fıçı işkencesine atılmış gibi daima ıztırap verir.
Halbuki şuurlu bir imanın hâkim olduğu kalblere fena huylar giremez; girse bile
barınamaz. Bu şuna benzer ki, bir hükümet son derece adil olur, en ufak bir
haksızlığa meydan vermez, hudutları üzerinde uyanık ve kahir kuvvetler
bulundurur, dışardan hiçbir fenalığın ve fena kimselerin içeri girmesine imkân
bırakmaz. O memlekete, yabancı kötüler giremez, girse de yüz bulamaz. Bir hainliğe
kalksa başı ezilir. Kaçacak, barınacak kuytu bir köşe arar, fakat en hücra
yerleri kaplayan adalet ışığı gözlerini kamaştırır, kalbini daraltır.
Bir
de bunun aksini düşünelim: Kudret ve servet itibariyle birbirinden üstün olan
insanların birbirlerine tecavüzlerini önleyemiyen, adalet ve insafı yerine
getiremiyen, ilim ile adaleti takbih, zulümle cehaleti tervic eden bir hükümet
tasavvur edelim. Katil, cani, yankesici, dolandırıcı, zani, ayyaş, kumarbaz hasılı
bütün ahlaksız ve kötü insanlar çarçabuk orada toplanır; yüz bulur, söz sahibi,
mevki adamı olur. Sonuç: Kaviler zaitlere çullanır, mallar, canlar, ırzlar, namuslar
mübah olur. Derken karşılıklı saldırışlarla insanlar birbirini yer, bitirir.
Kötü insanlarla dolu bir memlekette barınmak ne kadar güçtür. Orada yaşamak,
gecesi gündüzünden, gündüzü gecesinden daha ıztıraplı bir hayattır. İşte bu misalde,
insanın bedeni bir memlekete, iyi huylar medeni ve kibar insanlara, kötü
huylar, vahşi ve kaba insanlara, iman ile küfür de, hâkim bir kuvvete
benzetilmiştir. Kötüler, nuru sevmezler. Çünkü nur bunların ayıbını meydana
kor.
Küfrün
hâkim olduğu bedenlerde bu suretle korkunç bir karanlık ve kararsızlık, bitmez
tükenmez bir ızürap ve üzüntü vardır. İmansızlar - ne kadar neşeli görünmeye
çalışsalar da - bunu acı acı duymaktadırlar. Bu haller cehil ve küfür karanlığının
bir neticesidir. Bu karanlık, Allah’tan (CC) hidayet erişmezse, ileriye doğru
eksilmez, bilakis artar. Öyle ki, hayatin ağır ve ızdıraplı dakikaları, daha ızdıraplı
olan kabir karanlıklarına, bu da mahşer karanlıklarına ve nihayet Cehennem
karanlıklarına çeker, götürür. Ruh ise karanlıktan hoşlanmaz. Daima nur ister.
Bunun için bu fani hayatın mahdut karanlıklarını açmak için birçok masraflara
ve külfetlere katlanan bizlerin baki hayatımızın, namütenahi, asırlar sürecek
olan karanlıkları hakkında, bir ölü gibi hissiz ve lakayt kalmamız izah
edilemez bir gaflet, anlaşılmaz bir sarhoşluktur!
|
|