|
......................................................................
Hayr ve menfaat verici şeyler yaratan … |
......................................................................
“Zarar
veren” ve “Fayda veren” anlamlarına gelen bu iki ismi şerifler “ed-Dârr ve
en-Nâfi’” bu şekilde Kur’an-ı Kerim’de yoktur. Ancak “Allah’tan (CC) başka
size fayda ve zarar verecek yoktur.” anlamında birçok ayet vardır. “De ki: ‘Ben
Allah’ın (CC) dilemesi dışında kendime bile fayda ve zarar veremem’.”
İmanın
altı şartını öğrenirken “Hayır ve şer Allah’tandır (CC).” diye öğrenmiştik ya
işte bu iki isim onu ifade eder.
İnsanlık
tarihi boyunca Allah’a (CC) iman etmeyenler, hakkın yanında değil, gücün
yanında yer alanlar, yanardağ patlaması, deprem, yangın, sel felaketi gibi
gücünün yetmediği olaylar karşısında kalınca kafasından şer tanrısı veya yer
tanrısı, veya fırtına tanrısı gibi isimlerle sapkınlığını devam ettiriyor.
Peygamberlere (AS) kulak verenler ise Melekle-şeytanı, hayırla-şerri, imanla-inkarı,
sıhhat ile hastalığı, gül ile dikeni, gündüzle geceyi, su ile ateşi yaratanın Dârr
ve Nâfî olan Allah (CC) olduğunu bildiler. “Sana kul olmak dünyaya sultan
olmaktan evladır.” dediler ve Ali Edirneli gibi:
“Nar-ı
ğam, nur-u safa hep bir çerağın pertevi,
Çeşm
i irfan ile baksan arada bigane yok”
dediler.
Yani yürekler yakan keder, hüzün, gam ateşleri de, vücudumuzun her zerresinde
parlayan sevinç, keyif, mutluluk parıltıları da aynı kaynaktan gelir. İbret,
irfan gözüyle bakarsan aralarında hiçbir fark yok. Doğan çocuğuna sevinen,
depremde veya trafik kazasında ölen yavrusuna üzülen anne her iki halde de
Rabbine yöneliyor, tecelliyi ve teselliyi orada buluyor.
Ya
imansız ne yapsın?
Menfaatları
ve mazarratları yaratan, ancak Allah-ü Teala’dır (CC). Bütün vukuat sebeplerle
meydana geliyorsa da, sebepler yoğu var etmez. Onlar ancak insanların elinde
birer tutamak ve Hakk’tan (CC) bir isteme vesikası olmak üzere yaratılmıştır.
İnsanın menfaat ve mazarratında hakim ve rakipsiz müessir ancak O’dur (CC). Allah-ü
Teala (CC) gerçi mazarrat verici şeyler yaratmıştır. Fakat onlardan
zararlanmamızı değil, bilakis maddi, manevi bütün zararlardan sakınıp,
korunmamızı emretmiştir. Allah-ü Teala (CC), insanlara menfaat ve mazarratı
ayırt edecek kuvvet verdiği gibi ki bu kuvvet, akıl ve ilimdir - bunlardan
herhangi birinin sebeplerini tutabilmek üzere kendilerine tam bir serbestlik de
vermiştir. Bu serbestliğe binaen, bir insan hangi tarafın sebeplerini tutarsa akıbeti
oraya çıkar ve bu akıbeti bile bile, kendi arzusuyla hazırlamış olur. Allah
(CC) isterse bu serbestliği kaldırabilir, buna muktedirdir ve o zaman insanlar
kendi arzulariyle iyiden, kötüden bir şey kazanamazlar. Fakat insanlardan
hangilerinin iyiliğe, hangilerinin kötülüğe daha istekli bulunduğunu ortaya
koymak için bu serbestliği devam ettirir.
HAYIR DA ŞER DE İNSANLAR İÇİN BİRER
İMTİHANDIR:
İnsan
dünyaya gelir, rüşt çağına ulaşınca fazileti de anlar, rezileti de. İki tarafın
isteyicisi de çıkar. Allah-ü Teala (CC), imtihan için herkesin hareketine
meydan verir, İstediği tarafın sebeplerini yaratır. Her iki tarafın da tellalı,
teşvikçisi, vasıtaları bulunur. Derken insanlar ikiye bölünür, iki muvazi ırmak
gibi iyiler iyiliğe, kötülür kötülüğe akar, koyulur gider. Allah-ü Teala (CC)
Halîm’dir, Sabûr’dur, kötüleri hemen kahredivermez; mühlet verir, rızklarını da
kesmez. Bu arada yol değiştirenler de görülür. Kötülükten iyiliğe dönenler
olduğu gibi, iyilikten kötülüğe doğru kayanlar da bulunur, İmtihanın neticesi
de hatimede, yani son nefeste belli olur. Maddi bir temsil:
Malumdur
ki, bir duvar ne tarafa eğilmiş se çok defa o tarafa yıkılır. Sağ tarafa
meyleden bir duvar günler geçtikçe o tarafa meyli artar ve nihAyet o tarafa
göçer. Bunun aksi de böyledir, amma bazan tam duvarın yıkılacağı anda fevkalade
bir hal, bir hadise oluverir. Mesela, müthiş bir bora ve fırtına kopmak gibi…
Bu hadise yüzünden, sağa yıkılacakken sola veya sola yıkılacakken sağa
yıkılabilir. Bu da her zaman mümkündür.
Kötü
yollarda giderken kalbinde Allah (CC) korkusu bulunan ve günün birinde Allah’ın
(CC) rızasına uygun herhangi bir iş becerenler, çok defa doğru yola
döndürüldüğü gibi, iyi yollarda bulunuyorum diye kendini beğenip, kendine
kıymet veren ve Allah’ın (CC) kullarını hor, hakir tutan kimselerden de - Allah’a
(CC) sığındık - bulunduğu mertebeden kovulanlar bulunur. Onun için akıbet
endişesini hiç unutmamak ve hayatımızın hayırla ve imanla bitmesini daima Allah’tan
(CC) dilemek lazımdır.
KAHIR YÜZÜNDEN LUTUF:
Allah-ü
Teala (CC) iyilik yollarında yaşayan kullarından bazı sevdiklerini ağyardan
örtmek için onların üstüne darlıktan ve ıztıraptan bir tül gerer. Bu makbuliyet
işaretidir. Onun için buna, kahır yüzünden lütuf denir. Bir de, bunun aksine
olarak bazı kötülerin de tuttuklarını kolaylaştırır, her işini asan eder. Onlar
da işleri rastgeldikçe şımanr, şımardıkça azar, Allah’tan (CC) büsbütün gaflet
eder. İyi yola dönmek aklına bile gelmez, İrşat sözü kulağına bile girmez.
Derken, bu delalet yollarında hora teperken hayat perdesini hüsranla kapatır
gider. Bu da lütuf yüzünden kahır olur. Çünkü görünüş i’tibariyle işlerinin
arzusuna göre zuhur etmesi bir lütuf ise de, elde fırsat varken aklını başına
aldırmayıp, mukadder olan akıbetine, Allah’ın (CC) ebedi kahır ve gadabına
çekip götürmesi itibariyle kahrolmuştur.
ZARARLI ŞEYLER NEDEN CAZİP GÖRÜNÜR?
Allah-ü
Teala (CC), yasak ettiği şeylerle kullarını birçok mazarratlardan ve korkunç akıbetlerden
korumuşken, insanların çoğu yine bunlara atılır durur, İnsan oğlu men olunduğu
şeyin üstüne düşer. Çünkü yasak edilen şeye riayet edenlerle etmeyenler,
seçilmek ve neticede riayet edenler takdir, etmeyenler tekdir edilmek
hikmetinden ötürü, yasak edilen şeyler tatlı görünün Mesela nice insanlar hesna,
müstesna helali varken, haram olan çirkin ve murdar kadınlara can ve gönülden
bağlanır. Eğer o kadın helali olsaydı, şüphesiz yüzüne bile bakmazdı. Hele
içkinin, kumarın, fuhşun namusa, vücuda, servete dokunduğunu çocuklar bile
bilip dururken, nice yaşlı başlı insanların bunlara harisane düşkünlüğü hep bu
cazibenin tesiridir. Eğer içki, kumar ve emsali fenalıklar yasak olmayıp da,
bilfarz bunların yapılması din tarafından emredilmiş olsaydı, insanlar din
nasıl emrediyor diye, dini de inkara kalkışırdı, İşte bunlar gibi dinen
yapılması yasak edilmiş ne kadar ma’sıyet varsa, hepsinin ilk ucu insanı mest
edecek kadar parlak ve yaldızlı olduğu halde, alt ucu maddi, manevi birçok
mazarratlara, acı nedametlere bağlıdır.
BUGÜNKÜ ZARARLAR, DÜNKÜ HATALARIN
NETİCELERİDİR:
Kederlerimiz
hep kendi hatalarımızdan doğar. Bir mazarrat gelince, onun sebebini kendimizde
aramalıyız. Mesela bir hasta güzelce düşünür ve hastalığının sebeplerini
araştırırsa, bunun vaktiyle kendi ihmali ve dikkatsizliği yüzünden hasıl
olduğunu anlar. Ticaret veya başka herhangi bir teşebbüste muvaffakıyetsizliğe
uğrayan, bunun neden ileri geldiğini dikkatle incelemiş olsa, evvelce bu işe layıkıyla
hazırlanmadığı, hesaplarda kusur ettiği veya işinde sebat gösteremediği
anlaşılır. Vaktiyle göz göre göre kaçırılmış fırsatlar, sonra insana ilelebet
iç sızısı olur. Taçlı hükümdarlar bile, tahtının üzerinde hatalarının cezasını
çeker. Akıllı müşavirleri dinlemez ve ihtiyatlı reyleri reddederse, kendini
istinat noktalarından mahrum etmiş olur, hatalara düşer, zararını çeker. Bazı
ahmaklar da vardır ki, bir mahlukun gözüne girmek, teveccühünü kazanmak için, Halık’ın
(CC) gadabını mucip işlere atılır. Bunlar da çok defa, ilk silleyi, teveccühünü
beklediği adamdan yer. İbret verici bir hikmettir.
Velhasıl,
her insan felaketini, yaptığı fenalıklardan bulur, bunun için (etme-bulma) dünyası
denmiştir, İnsan oğlu bahtiyarlığını da, yapacağı iyiliklerden bulur.
MAZARRATLAR BİRER TERBİYE VE TEKAMÜL
UNSURUDUR:
Görünüşte
mazarrat olan şeyler, hakikatta kulun terbiyesini ve adam olmasını mucip
olduğundan, ayn-ı hayr olur. Gerçi mazarratları yaratan Allah’tır (CC); fakat
onu kazanan, isteyen ve işleyen de kuldur, İsteyen cezasını çekerken
başkalarına ibret ve intibah vesilesi olur ki, bu da bir çeşit hayır ve
ihsandır. Bir zarara uğrayan, o zararın meydana gelmesine kendisi sebebiyet
verdiğinden, bu sebepleri bulup geri dönmesi ne kadar latif bir terbiyedir.
Uğradığı zararlardan ders alabilmek, ne kadar büyük kazançtır. Ayağı kaymıyan,
aldanmıyan insan hemen yok gibidir. Fakat aynı hataya iki kere düşmemek
hünerdir. Hatalar ders yerine geçmelidir. Hatasını hatırda tutup da tekrarından
sakınmak, insanı adam eder, kıymetini arttırır. Mesela, denizin fırtınalı
havalarında birçok kazalar, maceralar atlatarak ustalaşan kaptanın kıymeti
elbette fazladır, İflasa uğrar gibi olup da aklını başına alıp, işini, gücünü
ona göre yürüten tüccar da öyle değil mi? Velhasıl dünyada aksilik ve daha bir
takım can sıkıcı hadiseler, felaketler, musibetler olmasaydı ve insanın başına
gelmeseydi, sabr, metanet, cesaret, soğukkanlılık gibi - ancak türlü hadiselerle
uğraştıktan sonra - kazanılacak meziyetleri insanlar nasıl bulacaktı?
|
|