|
......................................................................
Kendine yalvaranların isteklerini yerine getiren, duaları, münacatları kabul
eden… |
......................................................................
“Duaları kabul eden,
istekleri yerine getiren” anlamına gelen “el-Mucîb” İsm-i Celil’i Kur’anı Kerim’de
bir yerde geçer. “O’ndan (CC) af talebinde bulunun. Sonra O’na (CC) tevbe edin.
Şüphesiz benim Rabbim (CC)yakındır, kabul edendir.”
Bize bizden daha
yakın olan Rabbimize (CC) dualarımız, isteklerimizde bizim kaderimizdir. “Bana
dua edin size karşılık vereyim.” buyurur.
İbadetlerimizin
özü olan dualarımızın ne zaman nasıl kabul edileceğini biz bilemeyiz. Şunu
kesinlikle bilelim ki Allah-ü Teala (CC) Hz.leri dualarımızı kabul eder.
İstediğimizi vermezde bizim için hayırlı olan başka bir şey verir. Hemen verir
veya yıllar sonra verir. Veya ahirette verir.
Biz istekte
bulunuruz amma istediğimiz şeyin bize faydalımı, zararlımı olacağını bilemeyiz.
Onun için her şeyin hayırlısını isteyeceğiz. Bütün isteklerimizi Rabbimizden (CC)
isteyeceğiz.
“el-Mucîb”e iman eden
müminler olarak bizlerden istekte bulunanların ihtiyacını karşılamaya
çalışacağız. İsteyeni azarlamayacağız, hafife almayacağız. Verecek bir şeyimiz
olmasa bile tatlı dilimiz var.
Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri kuluna, kulundan
daha yakındır. Bundan maksat, mekan veya cihet yakınlığı değildir. Çünkü bir
mekanda veya cihette bulunduğunu kabul etmek, ordakilerine daha yakın, başka
yerdekilerine daha uzak gibi, uluhiyyete yaraşmıyan batıl neticeler doğurur. Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri her zerreye, her
noktaya yakınlığı müsavidir. O’nun (CC) için ne kadar içten olursa olsun,
kendisine yalvaranları bilir ve yalvarmalarını işitir. Biz başkalarının bize
karşı ricalarını işidip duruyoruz ve kendilerine cevab da verebiliyoruz; yani
ricalarım elimizden geldiği kadar isaf ediyoruz. O halde bize bu sıfatı
bahşeden ve bize bizden daha yakın bulunan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne arzettiğimiz dualarımızı, münacatlarımızı,
her türlü dileklerimizi daha evvel işittiğine iman etmemiz zaruri olur.
Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri kendisinden ne
istendiğini işitir. İstiyeni ve istediği şeyi bilir, dilerse lahza içinde
verir; dilerse bir zaman sonra verir, dilerse hiç vermez.
Bazan ihtiyaçlarının bertaraf edilmesi için, şuna
buna müracaat niyetinde bulunan bir kulunun ihtiyaçlarını, onun müracaat etmek
istediği yerlerin gayrisinden gönderir. Bu suretle, o kulunu isteme zilletinden
saklar, bazan da bir kulunun dostları, ahbabları, sevdikleri birleşir; onun
pürüzlü işlerini düzeltmek ve yoluna koymak için elbirliğiyle çalışırlar da
hiçbir şeye muvaffak olamazlar. Sonra Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri, o işleri başka yollarla
halleder, kulunu minnet yükü altında kalmaktan kurtarır.
Velhasıl, Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri her kuluna ayrı bir muamelesi
vardır. Kula yaraşan istemektir. Ondan sonra kendi hakkında, Hakdan ne muamele
zuhur ederse, ona memnunlukla razı ve teslim olmaktır.
Cahil tabiiyyeciler, namaz, oruç ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne
yalvarmak gibi, insanların ancak nezahet ve faziletde yükseldikleri zaman anlayabilecekleri
ibadetleri, faydasız ve lüzumsuz telakki ediyorlar. Hele bunlardan bazı
müfritlerin, namaz kılıp, oruç tutanları hor görmesi, Müslümanların toplaşarak
rahmet dualarına çıkmalariyle veya umumi afet ve belanın kaldırılması için Cenab-ı
Hakk (CC) Hz.leri’nden niyazda bulunmalarıyle alay etmesi ne kadar kaba bir
vahşilik, ne kadar büyük bir edepsizliktir. Bunlar Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin -haşa- bilmez, işitmez,
kör, sağır bir kuvvet olduğunu sanıyorlar. Kendisine kulluk etmenin ve
yalvarmanın boş olduğunu söylüyorlar. İnsan gibi şuurlu bir mahlukun kendini
yoktan var edip, gören, işiten, düşünen, fikirlerini başkalarına anlatan bir
hale koyan Yaradanı hakkında, bu kadar derin bir sapıklığa saplanması ne feci
bir körlük ve sağırlıktır.
Bu sıfatlar Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nde yoksa ve Allah-ü Teala (CC) Hz.leri yaratmadıysa, acaba kendileri onları nereden
ve hangi kaynaktan almışlardır? Güneşten daha açık olan bu hakikati inkar
etmelerinin tek sebebi, heveslerine kul ve köle olmayı, Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri’ne kul olmaktan üstün
tutmalarından başka bir şey değildir. Heveslerine esir olanlar, dünyada da,
ahirette de ziyan ve ızdırap içindedirler. Bunların bol dünyalık bulanlarına
bile imrenilmez. Çünkü bu dünya bolluğuna rağmen - Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri kendilerine ağız tadı vermediği
için - onların dışarı taşan çeşitli ıztıraplarından başka, kalplerinin
derinliklerinde, kimseye söyliyemedikleri bir takım sızılar vardır ki, içlerini
daima kemirir durur.
|
|