|
......................................................................
Bir şeyin
meydana gelmesine müsaade etmiyen … |
......................................................................
“Engelleyen”
anlamına gelen bu ismi celili Kur’an-ı Kerim’de bu isimle geçmemekte. Ancak
“Eğer Allah (CC) sana bir zarar dokundurursa onu O’ndan (CC) başka giderecek
yoktur. Eğer sana bir hayır isterse O’nun (CC) lütfunu geri çevirecek yoktur.
Hayrını kullarından dilediğine verir. O (CC) bağışlayandır, esirgeyendir.” ayeti
bunu ifade etmekte.
O “el-Mani” olan Rabbimizin (CC) yarattığı bu evrene O’nun (CC) dışında hiçbir
güç sonradan hiçbir şey katamaz. Ve ondan hiçbir şeyi eksiltemez. Hiçbir güç
Kur’an-ı Kerim’den bir harf eksiltemez ve bir harf ilave edip artıramaz. “ el-Mâni’ ” olan Rabbimiz (CC) bunu
engeller.
Her
zaman her istediğimize kavuşamayız. Kavuştuklarımız oluyor. Ama
kavuşamadıklarımız daha çok oluyor. Biz verilenlerin Allah’tan (CC) bir lütuf
ve imtihan olduğunu, verilen her şeyin imtihan sorusunu artırdığını
unutmayalım. Verilmeyenlerin de bir hikmeti olduğunu düşünelim.Doktor
şeker hastasına çok sevdiği baklavayı engelliyorsa bir hikmeti vardır.
İyiden,
kötüden birçok arzularımız vardır ki, biri bitmeden, birkaç tanesi uç gösterir.
Yaşadığımız müddetçe bunlar ne biter ne tükenir. Biz de bu arzularımızı elde
etmek için çalışır dururuz. Her arzumuz bir takım sebeplere, sebepler de “ Mâni’
” ve “Mu’tî”, olan Allah-ü Teala’nın (CC) emr-ü fermanına bağlıdır. Allah-ü
Teala (CC), isteyenlerin isteklerini dilerse verir, o zaman isteyenin tuttuğu
sebepler çabucak birbirin e eklenir, kenetlenir, maksat da meydana geliverir. “El
- Mu’ti” ism-i şerifinin manası budur. Allah-ü Teala (CC) bazı isteklere de
müsaade etmez. O zaman isteyenin tuttuğu sebepler kısır kalır, mahsul vermez.
Bu da “ el-Mâni’ ” ism-i şerifinin manasıdır.
Bir
mülk almak veya evlenmek veya bir memuriyete geçmek için teşebbüse girişiriz;
derken ortaya akla hayale gelmedik bir takım vasıtalar, sebepler çıkar; onlar
bizim maksadımıza ulaşmamıza engel olurlar ve biz ha oldu, ha oluyor diye
beklerken, bir de bakarız o iş bozulmuştur. Geri kalır, elimiz boşa çıkar, bu
neden? Çünkü o işin ya henüz vakti gelmemiştir, vakti gelince yeniden canlanır.
Bu takdirde Allah-ü Teala (CC) “el-
Muahhir” ism-i şerifinin hükmünce muamele buyurmuş demektir. Çünkü O (CC),
her şey için bir vakit tayin buyurmuştur. Hiçbir şey vaktinden evvel meydana
gelmediği gibi, vaktin gelince de bir lahza arkaya kalmaz yahut da, o iş hiç
mukadder değildir. Bu takdirde “ el-Mâni’ ” ism-i şerifinin hükmü zuhura gelir,
İstek sahibi geri kalır; çünkü Allah’ın (CC) takdir ettiği, yani ezelde yazdığı
olur, yazmadığı olmaz. Herkes gayret edip uğraşmakla, velev ki ehliyeti ve liyakati
olsa bile, istediği vakit istediği mevkie atlayamaz veya serveti elde edemez.
Evlat veya torun sahibi olamaz. Ezeli tertibi veya kaderin hükmünü gözetmek lazım;
takdir, tedbir ile ne değişir, ne de bozulur. Kaderin hükmü ise ancak teşebbüsten
sonra anlaşılır. Eğer Allah-ü Teala (CC), kulunun arzusunu is’af edecekse,
teşebbüsü üzerine onu ihsan eder, etmeyecekse teşebbüs akim kalır. Fakat biz
insanlar isteriz ki, her teşebbüsümüz mahsul versin; hiçbir işimiz aksamasın. Allah-ü
Teala (CC) bazı isteklerimizi vermediği zaman insanlık hali, daha doğrusu
hamlık icabı canımız sıkılır, bazı sert konuşmalar yapar, taşkın haller
gösteririz. Bunların doğru bir şey olmadığı muhakkak... Fakat sevgili okuyucu,
bu mes’eleyi gel seninle beraber düşünelim: Allah-ü Teala (CC) isteklerimizden
bazılarını veriyor, bazılarını vermiyor. Vermediği zaman muhakkak ki, bir
hikmeti vardır. Çünkü verilmemesinin başka türlü izahına imkan yoktur. Aklın,
naklin ittifakıyle şu yüce hakikatler tesbit edilmiştir:
1-
Kulunun istediğinden haberdardır.
2-
Kulunun istediği o şeyin cinsinden hazinesinde na-mütenahi mevcuttur.
3-
Bunu istediği zaman kuluna ulaştırmağa kadirdir.
4-
Allah-ü
Teala (CC) kendisinden bir şey istenenlerin en zengini, en merhametlisi, en kerimi,
en cömerdi, en kuvvetlisi olduğu gibi, en hakimidir de. Her işinde birçok
hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin bazısı anlaşılsa bile, birçokları karşısında
insan anlayışı acz ve hayret içindedir. Şu halde kulunun bazı arzularını
vermemesi acaba nedendir?
Bundan
haberi olmadığından mı? Hâşâ...
Kulunun
istediği şeyi bulamadığından mı? Hâşâ...
Yetiştiremediğinden
mi? Hâşâ...
Bahillikden
mi? Hâşâ...
Bunların
hepsinden, O münezzeh ve mütealidir...
Hikmetinden
mi? Evet, hikmetinden ötürü vermedi. Bizim salahımızın, onun verilmemesinden
olduğuna inanmalıyız. Buna aklımız erse de, ermese de hakikat budur. Söz
temsili: Evladına çok düşkün bir baba, öyle ki çocuklarını esen rüzgârdan bile
sakınıyor, onların ufak bir rahatsızlığı uğrunda bütün servetini dökmek
istiyor. Aynı zamanda çok sehavetli, cömert bir baba. Yerli, yabancı, tanıdığı,
tanımadığı kimselere yedirip içirmekle onların ihtiyaçlarını görüp gönüllerini
almakla zevk duyuyor. Böyle bir baba, çocuğunun mide ve barsağını bozmamak
için, itidalinden fazla yiyip içmesine müsaade etmese yahut ham meyvalara, abur
cubur şeylere atılmasına mani olsa, buna bahil veya merhametsiz bir baba
diyebilecek miyiz? Tabiidir ki, diyemiyeceğiz. Çünkü o, çocuğunun hayrını ve
salahını düşünerek menetmiştir. Allah’ın (CC) kullarına merhameti ise, bu
babanın evladına olan merhametinden çok fazladır.
|
|