|
......................................................................
Ancak kendisine hamd-ü senâ olunan; bütün
varlığın diliyle biricik övülen… |
......................................................................
“Övgüye layık, Ancak kendisine şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane
övülen” anlamına gelen “el-Hamîd” İsm-i Cemili Kur’an-ı Kerim’de 17 defa
geçmekte. Yarattığı kullarına lutfettiği maddi manevi nimetleri hatırlattıktan,
imanı emredip inkardan kaçınmamızı bildirdikten sonra “Şüphesiz Allah (CC) zengindir,
övgüye layıktır.” buyurur.
Her şey her yerde her dille O’nu (CC) över. Çiçekler açarken, kuşlar
uçarken, dereler akarken, yağmurlar yağarken O’na (CC) hamdeder.
Süleymaniye Camii durduğu yerden mimar Sinan’ı hatırlatır. Sanattan
anlayan herkes Süleymaniye Camii’ni görünce mimar Sinan’a karşı saygıyla ürperir.
İşte her yaprak, her çekirdek, her dağ ve deniz, yaratıcısını bize
hatırlatır. Kendine has diliyle bizim iç dünyamızda ince duyguların gelişmesine
sebep olur ve kainatın sahibi önünde hamd ile tesbih ederek eğiliriz.
Müslümanlar günde beş vakit namazlarında 40 defa Fatiha suresi okuyarak
Allah’ı (CC) övdüklerinden, Allah’tan (CC) başkasına hamd etmediklerinden
boyunlarına esaret zincirini hiçbir zaman geçirtmemişler.
Akif merhumun Çanakkale şehitleri için :
“Şüheda
gövdesi bir baksana dağlar taşlar
O
rüku olmasa dünyada eğilmez başlar.”
dediği gibi Allah’a (CC) eğilen bu başlar yedi düvele baş eğmemişte
upuzun vatanın bağrına serilerek set olmuşlar.
Düşünen beynini, yazan elini, konuşan dilini yaratan Allah’a (CC) bir
defa boyun eğmeyen ve Allah’a (CC) hamd etmeyenlerin Allah’ın (CC) yarattığı
inkârcı kulları önünde her gün eğilen ve onların artıklarını yalamak için
övgüler düzenleyenlerde hamd ediyorlar ama yanlış yere hamd ediyorlar.
“El-Hamîd”e iman eden günde kırk defa hamdeden bir mü’minin başı dik ve
yumuşak olmalı. Eli, alan el değil veren el olmalı. Verirken sevdiği yiyecek
giyeceklerden vermeli. Sözlerin en güzeline iman ettiği için en güzel sözler
söylemeli. İnsanları kafirliğin karanlığından, imanın aydınlığına çıkmasına
sebep olmak için gayret göstermeli.
“O’dur (CC) ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve
rahmetini serip-yayar. O (CC), Veliyy’dir, Hamîd’dir.”
Kainatta yaşayan tüm bitkiler ve hayvanlar, Allah’ın (CC) yeryüzünde
kendilerini yerleştirdiği şekilde yaşarlar. Böylelikle Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’ni tesbih edip O’nu
(CC) yüceltirler. Denizin dibinde yaşayan bir balık da, çölde yetişen bir
kaktüs de büyük bir teslimiyetle yaşamını sürdürür. Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin kendileri için takdir
ettiği şekilde yaşamaları, O’nun (CC) kurduğu düzeni asla bozmamaları tüm
canlıların Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni tesbih ettiklerini gösterir. Gökyüzündeki ve yeryüzündeki herşey,
tonlarca suyun biraraya getirilmesiyle oluşan denizler, binlerce metreye uzanan
dağlar ve gökyüzünde sürüklenen bulutlar, ardarda gelen şimşek ve gökgürültüsü
de Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni
tesbih edip yüceltirler. O’nun (CC) sonsuz ilmini ve gücünü insanlara
gösterirler. Fakat iman etmeyenler onların bu tesbihlerini kavrayamazlar. Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri bu gerçeği şu
şekilde insanlara bildirir: “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu (CC) tesbih
eder; O’nu (CC) övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların
tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O (CC), halim olandır, bağışlayandır.”
İnsanlardan da iman sahipleri Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin üzerlerindeki nimetlerini,
büyüklüğünü, yüceliğini kavrayarak O’nu (CC) tesbih eder, O’nu (CC) yüceltirler.
Çünkü kendilerine verilen her türlü nimet karşılığında kendilerinden istenen yalnızca
şükredici, hamd edici birer kul olmalarıdır.
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır (CC) . Andolsun, biz sizden önce
kitap verilenlere ve sizlere: ‘Allah’tan (CC) korkup-sakının’ diye tavsiye
ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır
(CC). Allah (CC), hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamde layık olandır.”
“Musa demişti ki: “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek
olsanız bile şüphesiz Allah (CC) hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür.”
“Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden (CC) sana indirilenin hakkın
ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın (CC) yoluna
yöneltip- ilettiğini görüyorlar.”
Hamd, ihsan sahibi büyüğü övmek., tazim fikri ve teşekkür kasdiyle medh ü
sena etmektir. Her mevcut hal diliyle olsun, kal diliyle olsun, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ni
tesbih ve takdis etmektedir. Bütün hamd-ü senalar O’na (CC) mahsustur. Hamd-ü
şükürle kendisine tazim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet ancak O’dur (CC). O’nun
(CC) karşısında kimse hamd ve tazim edilmeye layık olamaz. Çünkü hamd-ü senayı
icabettiren bütün kemalat ancak O’ndadır (CC). Her nimetin mevlası da ancak O’dur
(CC).
Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri kuluna verdiği hayat, akıl,
mantık, suret, siret gibi vasıtasız nimetlerden dolayı nasıl hamd-ü senaya
müstahik ise (hak kazanmışsa, değerse), vasıta ile, mesela, insan eliyle
sevkettiği nimetlerden dolayı da yine ancak O (CC), hamd-ü senaya müstahiktir.
Çünkü insan eliyle gelen nimeti ve getiren insanı yaratan, o nimeti o insanın
emir ve tasarrufu altına koyan ve onu mahalline vermek için gönlünde arzu
uyandıran, vermeyi kolaylaştıran, verme yollarını açan, buna mani olacak
engelleri kaldıran hep Allah’tır (CC), başkası değil.
Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri zatında Hamîd’dir. Yani Allah’ın
Hamîd olması, insanlann kendisine hamd etmesine bağlı değildir, İnsanlar, ister
hamd etsin ister etmesin, O hadd-i zatında Mahmud ve hamd-ü senaya müstahiktir.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri Hamîd
olduğu içindir ki, mahz-i rahmeti, kerem ve inayeti ile, insanlara
menfaatlarını kazanmak için bir takım vazifeler, mazarratlardan korunmak için
de bir takım sakınmalar emretmiştir. Onun için mali olsun, bedeni olsun, yahud
fikre, ahlaka, içtimaiyata ait bulunsun, her saatin. kendine mahsus ve Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’nin emriyle
yapılması gereken bir vazifesi vardır. Yine Allah’ın (CC) lutf ve ihsanı
olarak, her vazifenin kendine mahsus bir kazancı, ruhani bir zevki ve feyzi
vardır. Bu vazifeler sırf Allah (CC) rızası için yapılırsa, ona mahsus olan
feyz husule gelir, insan bilmediklerini öğrenir, her an terakki eder. Fakat
vazife yapılmazsa feyz kesilir, terakki de durur. İşte bu vazifeleri teşri
buyurup da, o vasıtalarla kullarına nimetler ulaştıran da O’dur (CC). Sonra
küfür ve insanı küfre ileten bütün kötülüklerden son derece sakınılmasını
emretmekle, ahirette, son büyük mahkemede, en ağır ve en büyük cezaya
çarpılmaktan muhafaza buyuran da O’dur (CC). Çünkü küfrün cezası müebbed
cehennemliktir. İnsanoğlunun yapabileceği en büyük cinayet de küfürdür. Bir
adam küfürden daha büyük bir cinayet yapacağına söz verse, bu söz boş ve
kıymetsiz bir lakırdıdır. Çünkü küfürden daha büyük bir cinayet yapılamaz. Buna
fiilen imkan olmadığı gibi, fikren de imkan yoktur.
Bir cinayetin büyüklüğü, küçüklüğü, meydana getirdiği mazarratın
genişliği ile ölçülür. Mesela, bir adam eliyle, diliyle bir şahsı mutazarrır
edebilir, bu bir suçtur; fakat öldürürse daha büyük bir suç irtikab etmiş olur.
Allah (CC) göstermesin, kundak koymuş, birçok evlerin yanmasına, bir çok
ailelerin perişanlığına sebep olmuş... bu daha büyük.
Bütün bir köye, bir memlekete, ülkeye, bütün bir millete zarar yapmış..
Bunların dereceleri hep biribirinden büyüktür. Yapılan suçun genişliği bazan da
dolayısiyle olur. Mesela, bir mahallenin veya bir köyün gözbebeği bir zat olur.
Bütün o mahalle veya köy halkı, yedi yaşından yetmiş yaşına kadar, o zat için
parçalanırlar, ona ufak bir zarar gelse, derhal hepsi birden o zararı yapana
düşman olur, buğzederler, intikam alırlar. Niçin? Çünkü o zat, o mahallenin hamisidir.
Açları doyurur, çıplakları giydirir, yetimleri terbiye eder, işgüç sahiplerine
sermaye verir, cahillerine nasihat, büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkat
muamelesi yapar. Bu sebepten bütün mahalleli, o zata candan bağlıdır, o kadar
ki, onun üzerine ufak bir toz konmasına bile tahammül edemezler...
İşte böyle bir zata karşı gerek içlerinden, gerek dışarıdan biri bir
terbiyesizlik yaparsa, hepsi birden ona düşman kesilirler. Evlerde,
meclislerde, çarşı ve pazarlarda hep ona lanet ederler. Halbuki o kimse ahaliye
bir fenalık yapmış değildir. Lakin umum ahalinin sevgisini kazanmış bir zata
hakaret etmesi dolayısiyle, bütün o halka fenalık etmiş sayılır. Bazı ilim ve
fen adamları vardır ki, onlar bir milletin değil, bütün beşeriyetin hürmetini
kazanmıştır. Biri bu zata karşı fena bir muamelede bulunursa, bütün dünyayı
incitmiş olur.
Peygamberlere (AS) karşı, terbiye ve edep dışı sözlere cesaret edenler,
bütün ümmeti gücendirmiş olmaz mı ve bütün ümmet bir davacı sıfatiyle onun
yakasına yapışmaz mı? Bu ne büyük cinayettir. Bir bedbaht utanmadan Hz. Resul-i
Ekrem (SAV) Efendimize dil uzatırsa, milyarlarca ümmet-i Muhammede tecavüz
etmiş sayılmaz mı?
Meseleyi bu noktadan mülahaza edince, birisi Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’ni inkar etmekle
veya buyruklarını haşa tenkit etmekle veya her ne suretle olursa olsun ulûhiyyet
şanına layık olmıyacak bir fikir, bir söz söylemek veya bir iş yapmış olmakla,
kendini karalarda gezen, denizlerde yüzen bütün arz sakinlerinin, göklerdeki
mahlukatın, arşın, ferşin velhasıl zerreden kürreye kadar bütün mahlukatın
lanetine hedef etmiş olur. Hatta kendi vücudunun eczası ve hücreleri bile
kendisine lanet eder. Çünkü terbiyesizlik ettiği zat, kendi de dahil olduğu
halde, bütün kainatın Halikı, mürebbisi, razıkı, nigehbanı, hamisi velhasıl her
şeyidir. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin mülkünden başka bir köşe, bir bucak olmadığından, bir kafir, kainatın
hangi noktasında bulunsa, hep lanetle karşılanacak, hiçbir yerde bir tek
güleryüz görmeyecek, bir tek tatlı söz işitmeyecek, her taraf onun için
cehennem kesilecektir. Düşünmelidir ki, insan oğlu küfürden daha büyük cinayet
yapmağa muktedir midir?
|
|