|
......................................................................
Çok adaletli… |
......................................................................
“Çok adaletli” anlamına gelen “el-‘Adl” İsm-i Celîl’i Kur’an-ı
Kerim’de “O (CC) ki seni yarattı, düzeltti ve dengeli yaptı.”
ayetinde insanın vücut yapısının dengeli ve estetik olduğunu ifade etmek için
Adl kökünden gelen fiili kullanmış.
“Şüphesiz Allah (CC) adaleti ve iyiliği emreder.” ayetinde de Rabbimiz
(CC) adaletiyle toplumda dengeyi sağlamamızı ister.
Hakimin hüküm verirken adaletle hükmetmesi,
noterin yazarken adaletle yazması,
kardeş toplumların arasını bulurken adaletli davranılması,
konuşurken bile adaletten ayrılınmaması gerektiği emredilir.
Adalet, eşitlik demek değildir. Adalet: dengeli yapmaktır. Rabbimiz (CC)
saçımızdan tırnağımıza kadar neyi nereye koymuşsa hiç itirazımız yok. “Benim
gözüm omuzumda olsaydı, burnum dirseğimde olsaydı” diyen yok. Tabiattaki
dengeye de itirazımız yok. “Fildeki hortum, karıncada olsaydı, karıncanın
ayakları Filde olsaydı” diyenimiz de yok.
Adamın biri bahçede kocaman ceviz ağacının, küçücük meyvesiyle yere
yayılan kabağın, kocaman meyvesini görünce “Ya Rabbi (CC)! Bu da adalet mi?
Kocaman cevize küçücük meyve vermişsin, küçük kabağa kocaman meyve vermişsin”
derken ceviz ağacından bir tane ceviz başına düşer ve hemen kendine gelir. “Ya
Rabbi (CC)! Ben hata ettim. Ya bu kabak başıma düşseydi, halim ne olurdu?” der
ve tevbe eder.
Rabbimiz (CC), mü’min kullarına bazı belalar, musibetler, depremler,
yangınlar, yıldırım çarpmaları, hastalıklar verdiğinde bunu adaletsizlik olarak
görmeyeceğiz. Doktor hastasına acıtıcı iğneyi batırır. Yakıcı ilaçlar verir.
Bazen hastalıklı organı kesip atar. Bütün bunlar hastanın iyiliği içindir.
Hastasına tatlı yemeyi yasaklayan bir doktorla, hastaya gizlice baklava getiren
birini gören ve işin iç yüzünü bilmeyen bir kişi doktoru zalim olarak görür ve
tatlı getireni iyilik sever olarak görür.
Aslında o tatlı getiren şeker hastasına kötülük yapıyor. Kadın ticaretine
karşı çıkanlar, erkeğin kadın kılığında kendisini satmasına karşı çıkanlar,
milyarlarca insan açlıktan ölürken gayri meşru kazancını köpeğine miras olarak
bırakanlara karşı çıkanlar, viski, votka, rakı, şarap, eroin gibi
uyuşturuculara karşı çıkanlar basiretsiz insanlar yanında zalim doktor gibi
görülürken bütün bu pislikleri yapanlar özgür dünyanın laik ve demokrat
şövalyesi kabul ediliyor.
Adalet zulmün zıddıdır. Zulüm kelimesinde, incitme, can yakma manası
vardır. Zulm etmeyerek herkese hakkını vermek ve her şeyi akıl ve mantığa,
hikmet ve maslahata uygun olarak yerine koymak da adalet demektir. Mesela, çok
zengin ve cömert bir zat, zenginlere mal, ilim adamlarına silah, askerlere
kitap dağıtmış olsa, adalet değil zulüm yapmış olur; çünkü hiçbirini layıkı
veçhile yerine koymamıştır. Adaletçe iş yapmak için, kitabı alime, silahı
askere, malı fukaraya vermek icabederdi.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri adildir, zalimleri sevmez, zalimlerle düşüp
kalkanları ve hatta zalimlerle teması olmadığı halde uzaktan onlara imrenenleri
ve sevenleri de sevmez. Onun için Müslümanlıkta, her ne suretle olursa olsun,
zulüm haramdır, menfur ve müstekreh bir sıfattır, hasmı da Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’dir. Adalet ise makbul bir sıfattır. Bu sıfat kendisinde bulunan zevata
(adil) denir ve adaletlerinden dolayı kendilerine hürmet edilir; bu sıfat
bilhassa hakimlere, amirlere, valilere daha ziyade yaraşır. Onların,
muamelelerinde zulme kaymayarak daima hak ve hakikati aramaları cidden
büyüklüktür.
Adalet mefhumunun tahakkuk etmesi için, vücudu iktiza eden bir takım
vasıflar vardır. Mesela, Allah (CC) korkusu, kalp selameti, keskin zeka, idrak
ve basiret, sürat-i intikal, cefaya tahammül, kudret, daima cesaret, asab
kuvveti, insaf ve merhamet, insanlığa muhabbet... gibi. Bu vasıflar bulunmayan
şahıslarda adalet de olmaz... Fakat bu hisler, her insanda aynı derecede
inkişaf etmiş olmaz. Bazısında hafif bir gölge gibi gelip geçici olduğu halde,
diğer bazısında daha sabit ve daha devamlı olur. İşte adalet sıfatı, zaaf ve
kuvvet de bu vasıfların kuvvet ve selametiyile mütenasip olur.
Şu halde insanlar, diğer sıfatlarda olduğu gibi adalet sıfatında da
müsavi olamazlar. adil insanlardan bir saf teşkil edilse, en aşağıdaki şahıstan
en yukardakine kadar hepsine de (adil) Unvanı verilir. En baştaki şahsa
gelince: Bunu ötekilerinden ayırt etmek için, mübalağa manası gözetilerek
mastardan isim yapılır da, o şahsa adil yerine (adl) denir ve böyle denmekle
guya o şahsın her tarafı adalet kesilmiş, içinde ve dışında adaletten başka bir
unsur kalmamış gibi bir mana mülahaza edilir.
İnsanların kemalleri hep kusurlu olduğu gibi, adalet sıfatlan da tam ve
kamil olamaz. Aramızda hakimlerin bile hürmetini kazanmış yüksek adalet
sahipleri bulunabilirse de, bunları hiçbir zaman hakiki manasiyle adl ismini
alamazlar. Çünkü hakiki manasiyle adl demek, bütün varlığa şamil ve her an
değişip duran, na-mütenahi şuun üzerinde adaletini gösteren demektir. Bu ise
ancak Allah-ü Teala (CC) Hz.leri için mütehakkıktır (gerçekleşir).
Bizim bazı kimseleri eşsiz bir adaletçi veya alim... diye övdüğümüz olur;
fakat hakikati düşündüğümüz zaman, bunun bir kuru davadan ibaret olduğunu
teslim etmek zorunda kalırız. Çünkü eşsizlik Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne mahsustur.
Hatta sözümüzü tevile kalkışıp ta, bizim bazı insanlar hakkında
(eşsizdir) dememiz, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’ne karşı değil, kendi emsali
insanlara karşıdır. Yani, “insanlar içinde onun gibisi yoktur, demek istiyoruz”
desek bile, yine davayı kazanamayız. Çünkü biz eşsizliğini iddia ettiğimiz
zatın, insanlar içinde bir benzeri ve hatta daha üstünü bulunmadığına veya bulunamıyacağına
suret-i katiyede nasıl hükmedebileceğiz? Mesela, elimizde bir adalet ölçüsü var
da onunla dünya sakinlerini mukayese mi ettik? Acaba geçmişte daha adil
insanlar yok muydu? İleride de zuhur etmiyecek mi? Sonra bu zat acaba hangi
nevi hadiseler hakkında adalet yapabiliyor ve bunun için ne kadar zaman
çalışmış, taallüm ve mümarese yapmıştır? Acaba hayatının başından sonuna kadar
bu sıfaü aynı kuvvetle muhafaza edebilmiş midir? Acaba, dostluk, akrabalık veya
düşmanlık gibi ilcaata kapılmayarak, istisnasız bütün insanlar arasında adalet
icraasına muvaffak olmuş mudur? Acaba, ihtiyaç gibi zaf veya fütur gibi salim
bir düşünceye mani olacak hususlardan ebediyyen uzak kalabilmiş midir? Acaba,
mukavemet edemiyeceği bir kuvvet karşısında kalıp ta, kerhen, vicdanına isyan
ederek adaletten ayrılmamış mıdır?
Velhasıl işte bir daha sabit oluyor ki, mahluk demek, aciz ve muhtaç
demektir. Bu acz ve ihtiyaç içinde gaflet, nisyan, hata, korku, ihtiras ve
heyecan... gibi insandan ayrılmaz haller arasında, adalet gibi yüksek bir
kemali, hem de hakikimanasiyle hamil olması imkansızdır. Belki bu bapta son had
adalet mefhumunu öğrenmek, mutlak adaleti sevmek, zulmü yermek, fikirlerinde ve
muamelelerinde elinden geldiği kadar adaleti izhar etmeğe çalışmak. İşte mahlukun
adaleti bununla icmal olunabilir. Bu kadarcık olsun adalet duygusu olmasaydı, Allah-ü
Teala (CC) Hz.leri’nin bu ismini bilemez, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin
adaleti hakkında bir bilgi edinemezdik. Bizdeki bu duygu Allahın adaletini
görmek için bir aynadır. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, adaletini bildirmek için
bize bu duyguyu bağışlamıştır.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin yaptığı her iş, tam bir adalet ve
hikmettir. “el-Hakem” İsm-i Şerif’inden sonra “el-‘Adl” İsm-i
Şerif’inin gelmesi ne kadar uygun düşmüştür. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri adaletle
hükmeder. O’ndan (CC) başka hakkıyla adaletle hükmeden yoktur. Çünkü her şeyi
hakkiyle gören, işiten ve her şeyin içini dışını, önünü sonunu bilen ve her
şeye gücü yeten ancak O’dur (CC). Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin ezeli
takdirine göre yapıp durmakta olduğu her iş, tam bir adalet ve hikmettir.
Mesela, güzellik, çirkinlik, zenginlik, fakirlik, hastalık, sağlamlık, ömür
uzunluğu ve kısalığı gibi, insanların birbirine benzemeyen dış halleri ve alim,
cahil, ahmak, zeki, doğru, sapık gibi iç halleri, hep Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin takdiri ve işidir ve hepsi de adidir, doğru ve yerindedir. Bazıları
alemdeki fenalıklara, şerlere bakarak, mesela, insanlar arasında kör, topal,
sağır, dilsiz, yoksul gibileri düşünerek Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin
adaletinde bir nevi eksiklik görmek istiyorlar; halbuki her şeyin yaradılışında
insan aklının kavrayamıyacağı bir çok gizli hikmetler vardır. Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri iyilik de yaratmış, kötülük de; çirkinlik de yaratmış, güzellik
de. Ve bu sayededir ki, insanlar bunlar hakkında bir fikir sahibi
olabilmişlerdir. Çünkü kötülüğü görmeyen iyiliği bilemez, her şey zıddiyle
öğrenilir. Eğer alemde hiç çirkinlik bulunmasaydı, güzelliğe dair katiyyen bir
fikrimiz olamazdı. Şu halde mahiyetlerin birbirinden seçilmesi için hayr
lazımsa, şer de lazımdır.
Allah-ü Teala (CC) Hz.leri bunları yaratmakla hayrı, şerri öğretmiş,
bunların kazanç yollarını açmış, her iki yolun sonucunu bildirmiş ve dilediği
yolu tutmak için insanları serbest bırakmıştır. Hayır ve iyilik yollarını
tutanlara hazırladığı nimetleri, şer ve kötülük yoluna gidenlerin de
görecekleri cezaları şimdiden söylemiş, bildirmiştir. Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri terbiye ve imtihan için ve herkesin kıymetini ortaya koymak için ne güzel
nizam kurmuş. Kimbilir bahtsız dediğimiz kör, sağır, topal gibi insanların
hallerinde de bilemediğimiz sebebler vardır. Bunlar ayrı ayrı incelense,
onların o vaziyetlerinde de belki bir hikmet olduğu anlaşılır. Bununla beraber,
halihazır vaziyetlerinin kendileri için muhakkak bir fenalık olduğu da malum
değildir. Belki de hayırlıdır.
Mesela, servet bolluğu istemeyen insan yoktur.
Halbuki nice insanlar serveti yüzünden nice belalara uğramış ve “keşke fukara
olsaydım da bu haller başıma gelmeseydi” demiştir. Evlat ve akraba çokluğu,
beden kuvveti, mevki ve nüfuz şerefi gibi şeyler de hep böyledir. Allah-ü Teala
(CC) Hz.leri, Erhamür-Rahimin, Ekremül-Ekremindir; kulunun hayır ve menfaatini
kulundan daha iyi bilir. O’nun (CC) rızası, kullarını kendi rızalarından ziyade
esirger. O’na (CC) tefviz-i umur eden kazanır.
|
|