İslam toplumunun yeniden
ihyasında şuur uyanışı ve bilme savaşıyla birlikte ve onlardan önce girişilmesi
gerekli en büyük iş, ruhumuzun arınmasıdır. Çağın getirdiği ve insan ürünü olan
düşünce sistemleri ve buna bağlı olarak gelişen ‘yaşam tarzı’ farkında olsak da
olmasak da şuur dünyamızı ve hayat anlayışımızı etkilemiş görünüyor.
Batı medeniyetinin ürünü olan
bu modern yaşam tarzının bizi zorlayarak inanç dünyamızda bir çalışma meydana
getirdiği bir gerçek. Bunun karşısında durabilmek ise şuurumuzu ve ruh
dünyamızı yeniden Kur’an’ın hamuru ile şekilllendirmekten geçiyor. Batı
medeniyetinin kirlettiği, materyalizmin kuşattığı hayatımızı bu girdaptan
kurtarak İslami bir çizgiye yeniden oturtmak gönüllerimizin safiyetini
sağlamakla mümkün. Şuurun uyanması ve Kur’an’ın öngördüğü yaşam tarzının hayata
aktarılması buna bağlıdır.
Kur’an hükümleri, bizde inanç,
düşünce ve davranış boyutunda duygu yüklü bir şuur halini almalı ki, ruhumuzdan
taşan diriltici hakikat ırmağı, kutsalın kovularak merkeze insanın
yerleştirilmesiyle oluşturulan bugünkü batı medeniyetinin açtığı toplumsal
yaraları sarsın ve Müslümanların duçar olduğu özgüven yokluğunu giderebilsin.
Yaklaşık iki yüzyıl önce kaybettiğimiz huzur ve adalet medeniyetinin yeniden
ihyası da ancak bu diriltici ruhla mümkün olacaktır.
Bugün insanlığın içine
yuvarlandığı kaos ortamında sadra şifa olabilecek yegane rehber Kur’an ve onun
öngördüğü doğrultuda tesis edilen İslâm medeniyetidir. Maddenin insanı tek
boyutlu olarak değerlediren bakışından anlayışından kurtarmak için öncelikle
İslâm’ı din olarak kabul etmiş olanların Kur’an’ın emrettiği doğrultuda
ruhlarını arındırması gerekir. Kur’an’ın özünün şuur halinde benliğimizde var
olabilmesi insanda mevcut olan ve insanın dünyevi boyutunu oluşturan, onun
Mutlak Hakikate ulaşmasına engel teşkil eden ‘nefs’in manevi bir terbiyeden
geçirilerek ıslah edilmesi gerekmektedir.
Kulluğun hakkıyla yerine
getirilmesi, öncelikle ruhumuzun, maruz kaldığı İslâm’a aykırı tutumlardan,
sorumluluk duygusuyla bağdaşmayan davranışlardan temizlenerek, kulluk
bilincinin şuuruna ulaştırılması, Kur’an’ın ve İslam’ın bizde meleke halinde
bir yaşam tarzına dönüştürülmsi ile mümkündür. İslam’ı yaşama öylesine bir
meleke halini almalı ki, hayata bakışımız düşünüşümüz, tavır alışımız buna
bağlı olarak gerçekleşmeli. Hayatımızın her alanında belirleyici olan yalnızca
temel esaslarını Kur’an’ın çizdiği yaşam şekli olmalı.
İslam’ın şuurlu bir meleke
haline gelerek bizde canlanması esaslı bir ruh terbiyesinden geçmeyi gerekli
kılar. Ruhun arınması da şüphesiz bir metod dairesinde ve arınmış bir ruha
sahip bu yolun zorluklarını ve tuzaklarını bilen ‘Mürebbi’nin gözetiminde
gerçekleşmeli ki, kısa zamanda mesafe almak ve doğru bir şekilde maksada ulaşmak
mümkün olabilsin. İşte bu mürebbi, maddenin kuşatılmışlığından bizi kurtarıp
gönül aleminin derinliklerinde ruhlarımızı arıtıp aşk ve muhabbetullah ile
doldurarak, her an diri olmayı ve bütün benliğimizi saran vazife şuurunun
idrakiyle sorumluluklarımızı yerine getirmeyi sağlayacaktır.
Böylesine bir ruh
terbiyesinden geçilmesi halinde şöhret yerine hizmetin, haset yerine takdirin,
hak bilmezlik yerine hakkı temsilin, boş öğünme yerine alçakgönüllülüğün
yerleştirilmesi gibi bütün güzel hasletler insanı vaoluş gerçeğinden
uzaklaştıran kötü duygu, düşünce ve davranışların yerini alır.
Ruhunu diriltici mürebbilerin
gözetiminde arındıranlar, Kur’an’ın gönüllerinde zemin bulmasını sağlamış
olurlar. Artık onlar gönüllerini saf ve temiz hale getirdiklerinden dolayı
İslam’ı hayata tatbik etme hususunda zorlanmazlar. Batı medeniyetinin etkisinde
gelişen modern yaşam tarzının gayr-i İslami etkilerinden de azami derecede
kurtulmuş olurlar. Çünkü onlar, İslam’ı yaşamada en büyük engel olarak ortaya
çıkan nefsi, sorumlulukları yerine getirecek şekilde ıslah ve terbiye ettikleri
için şuurlu olarak ortaya çıkan nefsi, sorumlulukları yerine getirecek şekilde
ıslah ve terbiye ettikleri için şuurlu olarak İslam’ı yaşayabilme imkanına
kavuşmuşlardır.
Arınmış ruhların sayısının
artması neticesinde İslami bir yaşam tarzının topluma hakim olması ve gayr-i
İslami kültür ve hayat felsefelerinin cemiyete sirayet etmemesinin sağlanması
yanında toplumdaki kokuşmuşluk, yozlaşma ve ahlaki değerlerin bozulmuş olması
gibi toplumu maddi ve manevi çöküntüye sevk eden amillerin ortadan kaldırılması
da söz konusu olacak; bunun neticesinde de İlahi azabın tecellisine maruz
kalınmayacaktır.
İnsan ve toplum için çöküşe
giden yol Kur’an’ın hayat verici umdelerinden uzaklaşmaktan; kurtuluş ise ona (Kur’an’a)
yeniden sarılmak ve gönülleri onu anlayabilecek seviyeye yükselterek İnsan-ı
kamil olmaktan geçmektedir.
www.GAVSULAZAM.de
Yeni Dünya
Dergisi 03.4.2000
|