İNDEX

GAVSULAZAM

SİLSİLE

ONİKİ İMAMLAR

YOLUMUZ

Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan

Giy ol tacı, emin ol her beladan...

 

Mevlana Celaleddin-i Rumi (RA) Hz.leri Mesnevi’sinde şöyle diyor: “Allah’tan (CC) edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur.

Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur. Nasıl mı? Şu misali dinle: Alışverişsiz, dedikodusuz ilâhi sofra gökten iniyordu. Hz. Musa (AS) kavmi içinde birkaç kişi terbiyesizce, ‘Hani sarmısak, mercimek?’ dediler. Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi. Ekme, bel belleme, orak sallama kaldı. Sonra Hz. İsa (AS) şefaat edince Hak (CC)L, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi. Yine küstahlar edebi terkederek sofradan yemek artığını aşırdılar.

Hz. İsa (AS) bunlara yalvardı: ‘Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür.’ dedi.

O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görgüsüz dilencilerin yüzlerine kapandı. İşte, zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa nice musibet yayılır. İçine kasavetten, sıkıntıdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir. Kim dost yolunda pervasızlık ederse, erlerin yolunu vurucudur; namert odur. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.Bir melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.”

 

Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir.

Edep, kul olduğunu anlayıp Yüce Mevlâ’ya yönelmektir.

Edep, kibri kırıp tavazuya sarılmaktır.

Edep, fani dünyayı tanıyıp boş davaları bırakmaktır.

Edep, Cenab-ı Hakk’ın ve varlıkların haklarını güzel korumaktır.

Edep, hayalı ve vefalı olmaktır.

Edep, pişman olunacak şeyleri yapmamaktır.

 

Kısaca edep, güzel ahlâktır.

Güzel ahlâk ise, içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna denge ve istikamet denir. Dengeli olmak, devamlı aynı güzel hali korumaktır. Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan, dost ve düşmana karşı dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge, insandaki akıl seviyesini gösterir.

Velilerden Seriyy-i Sakat (RA) Hz.leri der ki: “Edep, aklın tercümanıdır.” Bunun manası şudur: Herkes aklı kadar edepli olur. Edebi kıt, ahlakı bozuk olana hakiki manada akıllı denmez.

 

Kalpte ne varsa, yansıyan odur.

Ahlak, kalbin içindeki şeylerin dışa yansımasıdır. Herkes, davranışları ile fıtratında gizlenen sıfat ve kabiliyetleri ortaya koyar. İnsanın davranışlarını yönlendiren merkez kalptir. İnsanın dili, eli, gözü, kulağı, ayağı ve diğer azaları kendi başına bir iş yapmaz. Bu organlar nasıl hareket edeceğini bilmez ve belirlemez. Hepsi memurdur, amirleri kalptir.

İnsanın iradesiyle yaptığı bütün işler kalbin emrine ve yönlendirmesine göre yapılır. Yapılan her iş kalbin meylini, muhabbetini, irade gücünü, tercihini ve aklın seviyesini gösterir. Kalbi sıhhatli ve güzel olan kimsenin işleri sağlam ve güzel olur. Kalbi hasta olan kimsenin ise, işleri sakat ve bozuk olur.

İnsanın davranışlarındaki bozukluk, kalbinin inkar, gaflet ve günahla manen hasta oluşundan kaynaklanır. Kalp, Yüce Yaratıcı’yı (CC) tanımakla sıhhat bulur, güzel bir tevbe ile manevi hastalıklardan kurtulur. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri’nin sevgisiyle kuvvetlenir, zikir ile huzura erer, edeple süslenir, ibadet ve itaatla güzel olur.

Bir kul, Yüce Rabbi’ni (CC) ne kadar tanırsa o derece sever, sevgisi kadar zikreder, bu zikri hayatına yaydığı kadar edepli olur. Böyle olunca da herkes Yüce Allah’ı (CC) ne kadar tanıdığını ve sevdiğini davranışları ile ölçebilir.

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz, kalbin konumunu şöyle belirtmiştir: “İnsanın vücudunda bir yer var ki, orası güzel olursa bütün beden güzel olur, bozuk olursa bütün beden kötü olur. Dikkat edin o kalptir.”[1]

 

EDEP SAFİ GÜZELLİKTİR

Gerçek mümin, kalbini bir olan Allah’a (CC) bağlamıştır. Biricik hedefi O’nun (CC) rızasıdır. Müminin hedefi gibi hayatında da birlik vardır; iki yüzlülük yoktur. Mümin iki farklı halde bulunmaz, bir doğru bir eğri konuşmaz; sabah iyi akşam kötü olmaz.

Edep ve güzel ahlâk bir bütündür. Edepli insanın bütün işleri, ibadetleri, hal ve hareketleri güzeldir. Onun her şeyi temizdir. Sevgisi her şeyi sarar ve o şeyi sevimli yapar. Edepli müminin Yüce Allah’tan (CC) aldığı terbiye, hayatının her safhasında kendisini gösterir. Bu terbiye içinde onun sevgisi ve dostluğu kadar, kızması ve kavgası da güzeldir. Çünkü kızması Allah (CC) içindir. Kavgası da edep içinde olur.

Bir insanın gerçek yönü ve olgunluğu dar ve zor anlarda belli olur. İnsanın kavgasını ve haksızlığa karşı davranış biçimini görmeden hakkında iyi veya kötü dememelidir.

Edepli insan, hakkını ararken hak yemez. Kendisini savunurken, düşmanına haksızlık etmez. Haksız ise, nefsine yan çıkmaz, hakka boyun eğer, karşı tarafı tasdik eder. Haklı ve güçlü iken yapacağı iki şey vardır. Ya af, ya adalet. Ötesi, edebe sığmaz.

Edepsiz insan ise haksız iken kendisini haklı göstermeye çalışır. Zalim iken kendisini mazlum gösterir. Alacağı bir ise bin ister. Susacağı yerde cazgırlık eder. Edepsiz insana dost olmak da düşman olmak da zordur. Onunla hiçbir şeyin tadı tuzu yoktur.

Bazı insanların dışı hoştur, ama içi boştur. Bu kimseler, insanların gördüğü işlere çok önem verirler, fakat işin asıl kısmını ihmal ederler.

Dengeli mümin ahiret işleri gibi dünya işlerini de güzel yapar. İbadeti güzel, işi bozuk olan kimse örnek insan değildir. Onda noksanlık ve hastalık vardır. Kılık kıyafetine ve dünya işlerine son derece dikkat edip de, kalbini ihmal eden, ahiretini unutan ve ibadeti önemsemeyen kimse de dengesizdir, noksandır.

Bir kısım insan, kibar, temiz ve sevimli gözükmek için bütün imkanlarını kullanır. Giydiği elbisede ufak bir bozukluk, yırtık, kir ve toza tahammül edemez. Onu düzeltmeden rahat edemez. Fakat aynı insan, yalan, iftira, alay, dedikodu, küfür, hakaret gibi dilinin bozuk konuşmalarından hiç rahatsız olmaz. Yaptığı çirkin işlerden kurtulmak istemez. İçindeki kibir, bencillik, haset, inkâr, gösteriş, hırs, tamah, şehvet, şöhret, korkaklık gibi kötü huylardan temizlenmeyi düşünmez. Bu durum da dengesizliktir. Yapılan işler ise haramdır.

Edepli insanda yalan ve yapmacık işler olmaz. İşi yapmacık ve gösteriş olan kimse, imanın tadını tadamaz. Çünkü bunlar münafıkların sıfatıdır. Bazı insanlar gelip camide Hakk’a (CC) ibadet ederler, çıkıp çarşıda halka ihanet ederler.

Bazıları namaz kılarken boynunu büker, tam bir huşu görüntüsü verir. Görenler kendisine hayran olur. Fakat kıldığı namaz, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri katında azap sebebi olur. Çünkü o anda kalbi namazda değil, insanların bakışındadır. Niyeti Allah’ın (CC) rızası değil, halkın övgüsüdür. Bu da bir dengesizliktir. Bir çeşit münafıklıktır. İçi başka dışı başka olmaktır. İbadeti nefsin keyfine kullanmaktır. Şeklen gözel gözüküp, aslen bozuk olmaktır.

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz, ümmetini bu halden şiddetle sakındırmıştır. Bir gün: “Nifak olan huşudan Allah’a (SAV) sığınınız” buyurdu. Sahabe (RA): “Nifak olan huşu nasıl olur?” diye sordular. Efendimiz (SAV) buyurdular: “Bedenin huşu içinde gözüküp kalbin nifakla dolu olmasıdır.”[2]

Bu hal kamil müminin sıfatı değildir. Allah (CC) dostları en fazla bu tiplerden rahatsız olurlar. Güzel kulluğun ve ahlakın temelinde Allah (CC) Hz.leri’nin rızası vardır. Niyet hak olmazsa, ibadet ihanete dönüşür.

Büyük velilerden Hace Ubeydullah Ahrar (RA) Hz.leri şu olayı anlatır: “Mevlana Nizamettin (RA) Hz.leri’nin halkasında bulunanlardan birisi, bir gün mürşidinin huzurunda sahte bir tavırla başını önüne eğmiş, çenesini göğsüne dayamış murakabeye dalmış gibi bir vaziyet almıştı. Onu bu halde gören Hazret: ‘Hey! Başını yukarı kaldır. Senin üzerinden duman tüttüğünü görüyorum. Murakabeyle ne alakan var senin!’ diye uyardı.”[3]

 

GERÇEK EDEPLİ KİMDİR?

Edepli ve dengeli insanın ibadeti gibi ticareti de düzgündür. Kalbi gibi dili de doğrudur. Niyeti gibi işi de sağlamdır. Gönlü gibi elbisesi de temizdir. Dostluğu gibi düşmanlığı da mertçedir. Edep onun için bir meleke haline gelmiştir. Edep, meleke haline gelirse güzel ahlak olur.

Meleke, insanın nefes alıp vermesi gibi vücudunun parçası olmuş, ondan hiç ayrılmayan sıfat demektir. Ekseriyetle yalan konuşan bir kimsenin arada bir doğru konuşmasına bakıp, bu güzel ahlâklıdır denmez. Hüküm insanın hayatına hakim olan duruma göre verilir.

Yakınları ile bir gün iyi geçinip, diğer gün yaka paça olan insan dengeli değildir. Bir komşusu ile iyi geçinip diğerine zahmet veren kimseye iyi müslüman denmez. Fakirlik günlerinde herkese merhaba ederken, zengin olunca eski dostlarına selam vermeyen kimse mertlikten mahrumdur.

Edepli insan, iyi-kötü diye insan seçmez, herkese karşı edepli davranır. O, karşısındaki insanın davranış seviyesine göre değil, kendi terbiyesine göre muamele eder. İnsanlar bir yana hayvanlara bile zulüm etmez. Edepli insan başkasından zarar görebilir, fakat başkasına zarar vermez. Birileri onu aldatabilir, fakat o kimseyi aldatamaz.

Bugün erkek-kadın, alim-cahil, köylü-şehirli, hepimizin en fazla muhtaç olduğumuz şey edeptir. Edep, insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir.

Edep hiç kimseyi küçültmez. Kimsenin kıymetini düşürmez. Edep fakiri kıymetlendirir, zengini şereflendirir, genci süsler, ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep, bir kadınının en kıymetli cevheridir, hiç solmayan süsüdür. Bir kadın, edepten daha güzel bir elbise giymemiştir.

Bir erkek, edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. İnsanla kabre girecek tek servet edeptir. Edebin hediyesi cennettir.

Büyük veli Hucviri (RA) Hz.leri der ki: “İnsanın bütün kaybı, her işin esası olan edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, hep böyledir, değişmez. Din ve dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya çıkmaz. Edep, yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep, güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep, Sünnet’e uymaktır. Muhabbetteki edep, saygıyı gözetmektir.

Bu üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse, sünnete uyamaz. Sünnete uymayan kimse hürmeti koruyamaz. Allah’ın (CC) zatına ve birliğine şahit olan ariflere hürmet, kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin terbiye yolunda hiçbir nasibi olmaz.”[4]

 

EDEBİN ARTMASI ALLAH’A (CC) YAKINLIĞI GÖSTERİR:

Allah-ü Teala’nın (CC) sana yakınlığını, O’nun (CC) sana yakın olduğunu bilmekle anlarsın. Senin O’na (CC) yakınlığın, O’nun (CC) sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi, Allah’a (CC) karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka birşey değildir. Allah’a (CC) her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak lazımdır ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lazımdır. Buna göre, senin edebinin artması, Allah’a (CC) olan vuslatını gösterir.[5] (El Hikemu’l-Ataiyye)

 

EDEP DİYE BİR HAL:

Sözlükler edep kelimesi için şu karşılıkları veriyorlar:

Terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış; incelik, kibarlık, naziklik.

Utanma, çekinme, hicap, haya.

Kelimeler nasıl da aşina! Keşke bu kelimelerin anlattığı haller de o kadar aşina olsaydı...

Ve deyimlerimiz var edep üzerine:

Edep etmek: Utanmak.

Edebini takınmak: Terbiyeli olmak.

Edeplenmek: Uslanmak, nazik ve terbiyeli olmak.

Edep-erkan bilmek: Uyulması gereken yolu-yordamı bilmek, usül bilmek, terbiyeli hareket etmek.

Deyimler, toplumların insan ve hayat telakkilerinden asırlar boyunca süzülmüş billur damlalardır.

Ve aslında edep ve edepli olmak üzerine her bir deyimimiz, Allah (CC) Kelamı’na ve Resul (SAV) yoluna aralanan bir kapıdır.

Kaygusuz Abdal (RA) ne güzel söylemiş:

Edepli ol can isen

Hakk’ı bil insan isen

Müştak-ı sultan isen

Var edep öğren, edep...

 

HER HALDE BİR DERS VAR

Lokman’a: “Edebi kimden öğrendin?” diye sordular. “Edepsizlerden.” diye cevap verdi. “Çünkü bana bunların neleri hoş görünmediyse onları yapmaktan kaçındım.”

Şaka yoluyla söylenmiş olsa bile, akıllı insanın ders almayacağı söz yoktur. Ama cahilin önünde yüz tane hikmet okusalar, bu onun kulağına şaka gibi gelir.[6]

 

GÖZ AYAKTA GÖNÜL ALLAH’TA (CC)

Göz, gönlün dışa açılan penceresi ve habercisidir. Gönül en çok gözden etkilenir. Gözün her hareketi gönlü ilgilendirir. Gönül göz yüzünden pek çok şey kazanır veya kaybeder. Gözden gelen şeylerle gönül sevinir veya ah eder. Onun için gönlünü düşünen kimse gözüne sahip olmalıdır.

Arifler göz ile gönül arasındaki irtibata çok önem vermişlerdir. Her insanın asıl niyeti, gerçek sevgisi, ulaşmak istediği hedefi gönlünde gizlidir. Gönülle kalp aynı şeydir.

Gönül, değerini ölçemeyeceğimiz bir cevherdir. Çünkü gönül, kainatta Yüce Allah’ın (CC) nazar ettiği çok özel bir yerdir. İnsan gönlü ile Yüce Allah’ı (CC) tanır, sever ve O’nun (CC) yakınlığını hisseder.

Göz, gönlün dışa açılan penceresi ve habercisidir. Gönül en çok gözden etkilenir. Gözün her hareketi gönlü ilgilendirir. Gönül göz yüzünden pek çok şey kazanır veya kaybeder. Gözden gelen şeylerle gönül sevinir veya ah eder. Onun için gönlünü düşünen kimse gözüne sahip olmalıdır.

Allah-ü Teala’nın (CC) dostları bu konuda bütün hak yolcularını uyarmışlardır. Hedefe ulaşmak için bir çok usül öğretmişlerdir. Bu usüller, Kur’an ve Sünnet edebinden alınmıştır. Bu usüllerin hepsi, hedefi Allah (CC) Hz.leri’nin rızası olan herkesi yakından ilgilendirir. İşte bu usullerden birisi de “nazar ber kadem”dir.

 

NAZAR GÖNÜLÜN BAKIŞIDIR:

“Nazar ber kadem” Farsça bir tabirdir. Kelime manası, nazar ayak üzerinde olacak; göz, önüne bakacak demektir. Nazar, gönlün bakışıdır. Bu, gözün tabii görüşünden farklıdır. Nazarda niyet ve ciddiyet vardır. Nazar, gelişigüzel bir bakış değil, gönülle iradeli bir yöneliştir.

Bu yöneliş iyi olursa iyi sonuç verir, kötü olursa kötü sonuç verir. Mesela Allah (CC) Hz.leri’nin dostlarının nazarı kalbi diriltir, hasetçinin nazarı kemikleri eritir. Birisi saadet, diğeri felakettir.

Kadem, ayak ve adım demektir. Ayak yürüyüşü, adım davranışı anlatır. Adımını dikkatli at demek, gidişat ve davranışlarına dikkat et, sakat iş yapma demektir. “Şeytanın adımlarına uymayın”[7] ayeti de bu manadadır.

Kadem uğur ve bereket manalarına da gelir. Bereket ve huzura sebep olan kimseye “kademi uğurlu geldi” denir. Kadem denge, sağlamlık ve sebatı da çağrıştırır. Sözünden caymayan, işinde sağlam olan, sabırlı ve güvenilir kimseler için “sabit kadem bir insandır” denir.

Arifler, “nazar ber kadem” tabiriyle hak yolcusunun hem zahirine hem de batınına ait pek çok edebi anlatmak isterler. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

 

  • GÖZÜ VE GÖNLÜ HARAMDAN ÇEKMEK:

Hak yolcusu, gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır. Kendisini ilgilendirmeyen şeylere takılmamalıdır. Gözünü haramdan korumayanın gönlü ilahi muhabbetten mahrum kalır. Bu yolda ciddi olmayan kimseden ciddi işler çıkmaz.

Allah-u Teala (CC), bu konuda bizlere şu emri vermiştir: “Resulüm (SAV)! Mümin erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan çeksinler, namus ve iffetlerini korusunlar. Böyle yapmaları kendileri için daha temiz bir davranıştır. Hiç şüphesiz, Allah (CC) bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini harama bakmaktan çeksinler. Namus ve iffetlerini korusunlar.”[8]

Hz. Resulullah (SAV) Efendimiz, harama bakmayı şeytanın kalbe fırlattığı zehirli bir ok olarak tanıtmıştır. Kalbi bu okların zehirinden ve zararından korumanın tek yolu gözü muhafaza etmektir.

Bunun için kalbe katılık verecek işlerden, görüntülerden, şekil ve suretlerden gözü uzak tutmalıdır. Gözünü ve dilini haramdan korumayan kimse veli olamaz.

 

  • TEK HEDEFE YÖNELMEK:

Hak yolcusunun gözü ve gönlü aynı hedefte toplanmalıdır. Buna himmetini bir noktaya toplamak, işine yoğunlaşmak, hedefine kilitlenmek denir. Dünya ve ahiret işlerinde başarılı olmak isteyen herkes, bu hali elde etmelidir. Yoksa yolda kalır.

Aklı, fikri, kalbi ve kalıbı aynı noktaya yönelmeyen kimselerin bütün işleri verimsiz olur. Kalp ve kalıbın birleşmediği ibadet tatlı olmaz, hizmet başarıya ulaşmaz, iş güzel sonuç vermez.

Hak yolcusunun kilitleneceği biricik hedefi Allah (CC) rızası olmalıdır. Bütün gayretini bu yolda kullanmalıdır. Allah’tan (CC) gayri şeylere iltifat etmemelidir. İbadet, zikir ve hizmetinde insanlardan bir şey beklememelidir. Hatta ahiret nimetlerini bile düşünmemelidir. Hayır olarak her ne yaparsa, sadece Yüce Allah’ın (CC) rızası ve sevgisi için yapmalıdır. Gönlünü keşif, keramet, cezbe gibi manevi nimetlere takmamalıdır.

 

  • DEVAMLI HAREKET VE İLERLEME HALİNDE OLMAK:

İmam-ı Rabbani (RA) Hz.leri der ki: “Nazar ber kadem, hak yolcusunun gözü ayağını ileri geçmez şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu anlayış vakıaya aykırıdır. Bundan anlaşılması gereken şudur: Göz devamlı ileri bakmalı, ayak da onu takip etmelidir. Çünkü yüksek makamlara önce göz dikilir, sonra adım atılır. İnsan gözünü yükseklere dikmeli ki, gayretini ona göre kullansın. Maneviyat yolunda aza kanaat eden az kazanır. Oturan yol alamaz. Çalışan mahrum olmaz.”

Hak yolcusu, ibadet, vazife ve hizmetlerinde adım adım ilerlemeli, bir noktaya çakılıp kalmamalıdır. “İki günü eşit olan kimse zarardadır” hadisi, hak yolunda yürüyenleri ve ebedi saadetini kazanmak isteyenleri uyarmak içindir.

Çünkü Yüce Allah’ı (CC) tanımanın, manevi makamların ve güzel ahlakın bir sonu yoktur. Bu yolculuk ölene kadar sürer, ahirette farklı bir şekilde devam eder. Her gün yapılan ibadet ve amelin miktarı devamlı değişmez, fakat kalbin muhabbeti, huzuru, edebi, Yüce Allah’a (CC)yöneliş şekli her an değişip artabilir.

Bütün vazifeler az da olsa devamlı yapılmalıdır. Başlanmadan iş bitmez, adım atmadan yol gidilmez. Hak yolcusu, bu yolda kendinden ileri gidenleri örnek almalıdır. Zayıf ve geride kalanlara ise şefkat gösterip yardım etmelidir.

 

  • ADIMINI SAĞLAM ATMAK

Hak yolcusu, bütün gidişatının ve manevi hallerinin Kur’an ve Sünnet’e uyup uymadığına çok dikkat etmelidir. Çünki, Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz’in gösterdiği ve öğrettiği edeblere uymayan hiçbir fikir, fiil, hal ve gidişatın sonu Yüce Allah’a (CC) çıkmaz.

İtikadı sağlam olmayanın ameli salih olmaz. Hak yolcusu Ehl-i Sünnet inancının dışında bir inanca sahip olmamalıdır. Seyr-i sülûk esnasında elde ettiği bütün manevi halleri ancak Kur’an ve Sünnet’le kontrol edip kabul etmelidir. Onlara uymayan bütün tevil, yorum ve izahlardan kaçınmalıdır.

 

  • REHBERE SIKI SARILMAK:

Hak yolcusu, manevi terbiye esnasında gözünü ve gönlünü önündeki kamil mürşidine dikmelidir. Onun adımlarını güzel takip etmeli, emir ve işaretlerini yerine getirmeli, mürşidinin gösterdiği usülden ve çizdiği yoldan çıkmamalıdır.

Ayrıca peşinden gittiği rehberine güvenmeli, onun izini takip etmeden kendi başına hedefe gidemeyeceğini bilmelidir. Müridin kademi mürşidin kademine uygun olmalıdır. Mürşidin kademi, onun hal ve ahlakıdır. Buna meşrep de denir. Meşrep, su kaynağı demektir. Hak yolcusunun gidip-gelip su alacağı tek kaynağı önündeki mürşididir.

Bütün alem mürşid dolu olsa, hak yolcusu gönlünü önündeki kamil mürşidinde toplamalıdır. Gönlü bir ona bir buna kayan, her gördüğü veya duyduğu mürşidin peşine takılan kimse hiçbirinden doğru dürüst istifade edemez; ancak kalbini dağıtır, yolda kalır. Bir de kâmil ve mükemmil olmayan kimseye mürşid diye tabi olmamalıdır.

 

  • EDEP İÇİNDE YÜRÜMEK:

Hak yolcusu, yolda yürürken gözü ayağı üzerinde ve yolunca yürümeli, edepli olmalı, adımlarını sakin atmalı, sevimsiz hal ve hareketlerden, kibirli tavırlardan şiddetle sakınmalıdır. Bu konuda Sünnet’e uymalıdır.

Alemlere rahmet olan Resulullah (SAV) Efendimiz yolda yürürken sağa sola bakmazdı. Önüne nazar buyurur, gideceği yöne yönelirdi. Yürüyüşü çok dengeli ve intizamlı idi. Kibirli bir şekilde, el kol hareketi yaparak ve sallanarak yürümezdi. Adımlarını hızlı fakat sakince atardı. Yüksekçe bir yerden iniyormuş gibi yürürdü. Adımlarını atarken yeryüzü saadetli ayakları altında dürülüyormuş gibi olurdu.

Bir kimseye yöneleceği zaman sadece mübarek başını çevirmez, bütün vücuduyla ona yönelirdi. Kimseye arkasından ve uzaktan seslenmez, yanına varınca konuşurdu.

 

  • HER HALDE EDEPLİ VE MÜTEVAZİ OLMAK

Hak yolcusu, manen ilerledikçe nefsin afetlerinden korkmalıdır. Bunun için her halde edebe sarılmalı, boynunu bükmeli, kibirden ve benlikten Yüce Allah (CC) Hz.leri’ne sığınmalıdır. Bir başarıdan sonra bunu kendine mal eden ve insanlara burun büken nice başlar, baş aşağı gitmiştir.

Arifler der ki: “Bir insanın ilmi artar da edebi artmazsa, onun Allah’tan (CC) uzaklığı artar. İbadeti çoğaldığı halde tavazusu çoğalmayan kimsenin benlik deresinde boğulmasından korkulur.”

İnsan, işin başından çok sonunu düşünmelidir. Onun için devamlı yalvarış içinde olmalıdır. Kalp ümit ve korku içinde bulunmalıdır. Ümidin korkudan biraz fazla olması iyidir, fakat “ben artık kurtuldum, cenneti garantiledim, insanlar helak oldu” demek, tehlikenin ta kendisidir.

Hakk (CC) yolcusu ibadet ve ameline değil, Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin rahmetine güvenmelidir. İlaahi destek olmadan kendi başına bir yol alamayacağını bilmelidir. Bu yolda asıl sermaye, kendinde bir varlık görmemektir.

Bütün alemlere rahmet kılınan Resulullah (SAV) Efendimiz’in her gün yüz defa istiğfar etmesi, O’nun (SAV) izinden gidenlere çok şey öğretir. Allah’a (CC) giden yol bu edeple başlar, bu edeple devam eder.

Bu edep hiçbir zaman terk edilemez. Edebi terk eden kimse, kendi haline terk edilir. Her konuda biricik rehberimiz ve örneğimiz olan Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz, Miraç’ta manevi yolculuğu esnasında bu edebe bürünmüştü.

Büyük Arif Sühreverdi (RA) Hz.leri bu mühim edebe şöyle dikkat çeker: “Bütün edepler Resulullah (SAV) Efendimiz’den öğrenilir. Çünkü O (SAV), zahiren ve batınen bütün edeplerin kaynağıdır. Allah-ü Teala (CC), O’nun (SAV) Miraç gecesinde ilahi huzurdaki edebini bize şöyle haber vermiştir: “O’nun (SAV)gözü (sağa sola) kaymadı, haddi de aşmadı.”[9]

Allah (CC) Resulü (SAV) ilâhi huzura yükselirken kalb-i şerifleri bütünüyle Yüce Allah’a (CC) bağlanmıştı. Gözü, o yüce makamlarda sağa sola kaymamış, hep önüne bakmış, ulaştığı güzellikler karşısında haya ve edebinden terlemiş, başını önüne eğmiş ve bu hal içinde bütün makamları geçip ilahi huzura alınmıştı. Ulaştığı manevi makam ve güzellikler onun sadece tavazu ve edebini artırmıştı. İşte onun izinden giden arifler de böyledir. Edebi korumayan kimse, geldiği yere geri gönderilir.”

Hak yolcusu edeple Hakk’a (CC) yaklaşır. Bu yolun her geçit ve durağında tek levha asılıdır: Edep Ya Hû... [10]

www.GAVSULAZAM.de


 

[1] Buhari, Müslim, İbnu Mace

[2] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya; Suyutî, Camiu’s-Sağir

[3] Safi, Raşahat

[4] Keşfu’l-Mahcûb

[5] El Hikemu’l-Ataiyye

[6] Sadi-i Şirazî Muhammed Emin Gül

[7] Bakara S. A.164, 208

[8] Nur S. A.30-31

[9] En-Necm S. A.17

[10] Dr. Dilaver Selvi

 

(C) 2003 - 2004     www.GAVSULAZAM.de    Her hakkı mahfuzdur...
Ana Sayfa    |    Misafir Defteri    |    Bize Yazın