Edep
bir tac imiş Nur-u Hüda’dan
Giy ol
tacı, emin ol her beladan...
Mevlana
Celaleddin-i Rumi (RA) Hz.leri Mesnevi’sinde şöyle diyor: “Allah’tan (CC) edebe
muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur.
Edebi
olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş
olur. Nasıl mı? Şu misali dinle: Alışverişsiz, dedikodusuz ilâhi sofra gökten
iniyordu. Hz. Musa (AS) kavmi içinde birkaç kişi terbiyesizce, ‘Hani sarmısak,
mercimek?’ dediler. Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi. Ekme, bel
belleme, orak sallama kaldı. Sonra Hz. İsa (AS) şefaat edince Hak (CC)L, yemek
sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi. Yine küstahlar edebi terkederek
sofradan yemek artığını aşırdılar.
Hz.
İsa (AS) bunlara yalvardı: ‘Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. Bir ulu kişinin
sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür.’ dedi.
O
rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görgüsüz dilencilerin yüzlerine kapandı. İşte,
zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa nice musibet
yayılır. İçine kasavetten, sıkıntıdan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan
gelir. Kim dost yolunda pervasızlık ederse, erlerin yolunu vurucudur; namert
odur. Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur. Yine edepten dolayı melekler
masum ve tertemiz olmuşlardır.Bir
melek olan Azazil de, yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.”
Edep, nefsini
tanıyıp haddini bilmektir.
Edep, kul
olduğunu anlayıp Yüce Mevlâ’ya yönelmektir.
Edep, kibri
kırıp tavazuya sarılmaktır.
Edep, fani
dünyayı tanıyıp boş davaları bırakmaktır.
Edep, Cenab-ı
Hakk’ın ve varlıkların haklarını güzel korumaktır.
Edep, hayalı
ve vefalı olmaktır.
Edep, pişman
olunacak şeyleri yapmamaktır.
Kısaca
edep, güzel ahlâktır.
Güzel
ahlâk ise, içiyle dışıyla doğru olmak ve bu doğruluk üzere yaşamaktır. Buna
denge ve istikamet denir. Dengeli olmak, devamlı aynı güzel hali korumaktır.
Acı tatlı bütün hallerde istikametini bozmayan, dost ve düşmana karşı
dürüstlükten ayrılmayan kimse dengeli insandır. Denge, insandaki akıl
seviyesini gösterir.
Velilerden
Seriyy-i Sakat (RA) Hz.leri der ki: “Edep, aklın tercümanıdır.” Bunun manası
şudur: Herkes aklı kadar edepli olur. Edebi kıt, ahlakı bozuk olana hakiki
manada akıllı denmez.
Kalpte ne varsa, yansıyan
odur.
Ahlak,
kalbin içindeki şeylerin dışa yansımasıdır. Herkes, davranışları ile fıtratında
gizlenen sıfat ve kabiliyetleri ortaya koyar. İnsanın davranışlarını
yönlendiren merkez kalptir. İnsanın dili, eli, gözü, kulağı, ayağı ve diğer
azaları kendi başına bir iş yapmaz. Bu organlar nasıl hareket edeceğini bilmez
ve belirlemez. Hepsi memurdur, amirleri kalptir.
İnsanın
iradesiyle yaptığı bütün işler kalbin emrine ve yönlendirmesine göre yapılır.
Yapılan her iş kalbin meylini, muhabbetini, irade gücünü, tercihini ve aklın
seviyesini gösterir. Kalbi sıhhatli ve güzel olan kimsenin işleri sağlam ve
güzel olur. Kalbi hasta olan kimsenin ise, işleri sakat ve bozuk olur.
İnsanın
davranışlarındaki bozukluk, kalbinin inkar, gaflet ve günahla manen hasta
oluşundan kaynaklanır. Kalp, Yüce Yaratıcı’yı (CC) tanımakla sıhhat bulur,
güzel bir tevbe ile manevi hastalıklardan kurtulur. Allah-ü Teala (CC)
Hz.leri’nin sevgisiyle kuvvetlenir, zikir ile huzura erer, edeple süslenir,
ibadet ve itaatla güzel olur.
Bir
kul, Yüce Rabbi’ni (CC) ne kadar tanırsa o derece sever, sevgisi kadar
zikreder, bu zikri hayatına yaydığı kadar edepli olur. Böyle olunca da herkes
Yüce Allah’ı (CC) ne kadar tanıdığını ve sevdiğini davranışları ile ölçebilir.
Hz.
Resulullah (SAV) Efendimiz, kalbin konumunu şöyle belirtmiştir: “İnsanın
vücudunda bir yer var ki, orası güzel olursa bütün beden güzel olur, bozuk
olursa bütün beden kötü olur. Dikkat edin o kalptir.”
EDEP SAFİ GÜZELLİKTİR
Gerçek
mümin, kalbini bir olan Allah’a (CC) bağlamıştır. Biricik hedefi O’nun (CC) rızasıdır.
Müminin hedefi gibi hayatında da birlik vardır; iki yüzlülük yoktur. Mümin iki
farklı halde bulunmaz, bir doğru bir eğri konuşmaz; sabah iyi akşam kötü olmaz.
Edep
ve güzel ahlâk bir bütündür. Edepli insanın bütün işleri, ibadetleri, hal ve
hareketleri güzeldir. Onun her şeyi temizdir. Sevgisi her şeyi sarar ve o şeyi
sevimli yapar. Edepli müminin Yüce Allah’tan (CC) aldığı terbiye, hayatının her
safhasında kendisini gösterir. Bu terbiye içinde onun sevgisi ve dostluğu
kadar, kızması ve kavgası da güzeldir. Çünkü kızması Allah (CC) içindir.
Kavgası da edep içinde olur.
Bir
insanın gerçek yönü ve olgunluğu dar ve zor anlarda belli olur. İnsanın
kavgasını ve haksızlığa karşı davranış biçimini görmeden hakkında iyi veya kötü
dememelidir.
Edepli
insan, hakkını ararken hak yemez. Kendisini savunurken, düşmanına haksızlık
etmez. Haksız ise, nefsine yan çıkmaz, hakka boyun eğer, karşı tarafı tasdik
eder. Haklı ve güçlü iken yapacağı iki şey vardır. Ya af, ya adalet. Ötesi,
edebe sığmaz.
Edepsiz
insan ise haksız iken kendisini haklı göstermeye çalışır. Zalim iken kendisini
mazlum gösterir. Alacağı bir ise bin ister. Susacağı yerde cazgırlık eder.
Edepsiz insana dost olmak da düşman olmak da zordur. Onunla hiçbir şeyin tadı
tuzu yoktur.
Bazı
insanların dışı hoştur, ama içi boştur. Bu kimseler, insanların gördüğü işlere
çok önem verirler, fakat işin asıl kısmını ihmal ederler.
Dengeli
mümin ahiret işleri gibi dünya işlerini de güzel yapar. İbadeti güzel, işi
bozuk olan kimse örnek insan değildir. Onda noksanlık ve hastalık vardır. Kılık
kıyafetine ve dünya işlerine son derece dikkat edip de, kalbini ihmal eden,
ahiretini unutan ve ibadeti önemsemeyen kimse de dengesizdir, noksandır.
Bir
kısım insan, kibar, temiz ve sevimli gözükmek için bütün imkanlarını kullanır.
Giydiği elbisede ufak bir bozukluk, yırtık, kir ve toza tahammül edemez. Onu
düzeltmeden rahat edemez. Fakat aynı insan, yalan, iftira, alay, dedikodu,
küfür, hakaret gibi dilinin bozuk konuşmalarından hiç rahatsız olmaz. Yaptığı
çirkin işlerden kurtulmak istemez. İçindeki kibir, bencillik, haset, inkâr,
gösteriş, hırs, tamah, şehvet, şöhret, korkaklık gibi kötü huylardan
temizlenmeyi düşünmez. Bu durum da dengesizliktir. Yapılan işler ise haramdır.
Edepli
insanda yalan ve yapmacık işler olmaz. İşi yapmacık ve gösteriş olan kimse,
imanın tadını tadamaz. Çünkü bunlar münafıkların sıfatıdır. Bazı insanlar gelip
camide Hakk’a (CC) ibadet ederler, çıkıp çarşıda halka ihanet ederler.
Bazıları
namaz kılarken boynunu büker, tam bir huşu görüntüsü verir. Görenler kendisine
hayran olur. Fakat kıldığı namaz, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri katında azap
sebebi olur. Çünkü o anda kalbi namazda değil, insanların bakışındadır. Niyeti
Allah’ın (CC) rızası değil, halkın övgüsüdür. Bu da bir dengesizliktir. Bir
çeşit münafıklıktır. İçi başka dışı başka olmaktır. İbadeti nefsin keyfine
kullanmaktır. Şeklen gözel gözüküp, aslen bozuk olmaktır.
Hz.
Resulullah (SAV) Efendimiz, ümmetini bu halden şiddetle sakındırmıştır. Bir gün:
“Nifak olan huşudan Allah’a (SAV) sığınınız” buyurdu. Sahabe (RA): “Nifak olan
huşu nasıl olur?” diye sordular. Efendimiz (SAV) buyurdular: “Bedenin huşu
içinde gözüküp kalbin nifakla dolu olmasıdır.”
Bu
hal kamil müminin sıfatı değildir. Allah (CC) dostları en fazla bu tiplerden
rahatsız olurlar. Güzel kulluğun ve ahlakın temelinde Allah (CC) Hz.leri’nin rızası
vardır. Niyet hak olmazsa, ibadet ihanete dönüşür.
Büyük
velilerden Hace Ubeydullah Ahrar (RA) Hz.leri şu olayı anlatır: “Mevlana
Nizamettin (RA) Hz.leri’nin halkasında bulunanlardan birisi, bir gün mürşidinin
huzurunda sahte bir tavırla başını önüne eğmiş, çenesini göğsüne dayamış
murakabeye dalmış gibi bir vaziyet almıştı. Onu bu halde gören Hazret: ‘Hey!
Başını yukarı kaldır. Senin üzerinden duman tüttüğünü görüyorum. Murakabeyle ne
alakan var senin!’ diye uyardı.”
GERÇEK
EDEPLİ KİMDİR?
Edepli
ve dengeli insanın ibadeti gibi ticareti de düzgündür. Kalbi gibi dili de
doğrudur. Niyeti gibi işi de sağlamdır. Gönlü gibi elbisesi de temizdir.
Dostluğu gibi düşmanlığı da mertçedir. Edep onun için bir meleke haline
gelmiştir. Edep, meleke haline gelirse güzel ahlak olur.
Meleke,
insanın nefes alıp vermesi gibi vücudunun parçası olmuş, ondan hiç ayrılmayan
sıfat demektir. Ekseriyetle yalan konuşan bir kimsenin arada bir doğru
konuşmasına bakıp, bu güzel ahlâklıdır denmez. Hüküm insanın hayatına hakim olan
duruma göre verilir.
Yakınları
ile bir gün iyi geçinip, diğer gün yaka paça olan insan dengeli değildir. Bir
komşusu ile iyi geçinip diğerine zahmet veren kimseye iyi müslüman denmez.
Fakirlik günlerinde herkese merhaba ederken, zengin olunca eski dostlarına
selam vermeyen kimse mertlikten mahrumdur.
Edepli
insan, iyi-kötü diye insan seçmez, herkese karşı edepli davranır. O,
karşısındaki insanın davranış seviyesine göre değil, kendi terbiyesine göre
muamele eder. İnsanlar bir yana hayvanlara bile zulüm etmez. Edepli insan
başkasından zarar görebilir, fakat başkasına zarar vermez. Birileri onu
aldatabilir, fakat o kimseyi aldatamaz.
Bugün
erkek-kadın, alim-cahil, köylü-şehirli, hepimizin en fazla muhtaç olduğumuz şey
edeptir. Edep, insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliktir.
Edep
hiç kimseyi küçültmez. Kimsenin kıymetini düşürmez. Edep fakiri kıymetlendirir,
zengini şereflendirir, genci süsler, ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep, bir
kadınının en kıymetli cevheridir, hiç solmayan süsüdür. Bir kadın, edepten daha
güzel bir elbise giymemiştir.
Bir
erkek, edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve
güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. İnsanla kabre girecek tek
servet edeptir. Edebin hediyesi cennettir.
Büyük
veli Hucviri (RA) Hz.leri der ki: “İnsanın bütün kaybı, her işin esası olan
edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, hep böyledir, değişmez. Din ve
dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya
çıkmaz. Edep, yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep,
güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep, Sünnet’e uymaktır.
Muhabbetteki edep, saygıyı gözetmektir.
Bu
üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse, sünnete uyamaz. Sünnete uymayan
kimse hürmeti koruyamaz. Allah’ın (CC) zatına ve birliğine şahit olan ariflere
hürmet, kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin
terbiye yolunda hiçbir nasibi olmaz.”
EDEBİN ARTMASI ALLAH’A (CC) YAKINLIĞI GÖSTERİR:
Allah-ü
Teala’nın (CC) sana yakınlığını, O’nun (CC) sana yakın olduğunu bilmekle
anlarsın. Senin O’na (CC) yakınlığın, O’nun (CC) sana yakın olduğunu bilmekle
olur. Bunların hepsi, Allah’a (CC) karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten
başka birşey değildir. Allah’a (CC) her nefeste yol vardır. Fakat unutmamak
lazımdır ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lazımdır. Buna göre, senin
edebinin artması, Allah’a (CC) olan vuslatını gösterir.
(El Hikemu’l-Ataiyye)
EDEP DİYE BİR HAL:
Sözlükler
edep kelimesi için şu karşılıkları veriyorlar:
Terbiye,
güzel ahlâk, iyi davranış; incelik, kibarlık, naziklik.
Utanma,
çekinme, hicap, haya.
Kelimeler
nasıl da aşina! Keşke bu kelimelerin anlattığı haller de o kadar aşina
olsaydı...
Ve
deyimlerimiz var edep üzerine:
Edep
etmek: Utanmak.
Edebini
takınmak: Terbiyeli olmak.
Edeplenmek:
Uslanmak, nazik ve terbiyeli olmak.
Edep-erkan
bilmek: Uyulması gereken yolu-yordamı bilmek, usül bilmek, terbiyeli hareket
etmek.
Deyimler,
toplumların insan ve hayat telakkilerinden asırlar boyunca süzülmüş billur
damlalardır.
Ve
aslında edep ve edepli olmak üzerine her bir deyimimiz, Allah (CC) Kelamı’na ve
Resul (SAV) yoluna aralanan bir kapıdır.
Kaygusuz
Abdal (RA) ne güzel söylemiş:
Edepli ol can isen
Hakk’ı bil insan isen
Müştak-ı sultan isen
Var edep öğren, edep...
HER HALDE BİR DERS VAR
Lokman’a:
“Edebi kimden öğrendin?” diye sordular. “Edepsizlerden.” diye cevap verdi. “Çünkü
bana bunların neleri hoş görünmediyse onları yapmaktan kaçındım.”
Şaka
yoluyla söylenmiş olsa bile, akıllı insanın ders almayacağı söz yoktur. Ama
cahilin önünde yüz tane hikmet okusalar, bu onun kulağına şaka gibi gelir.
GÖZ AYAKTA GÖNÜL ALLAH’TA (CC)
Göz,
gönlün dışa açılan penceresi ve habercisidir. Gönül en çok gözden etkilenir.
Gözün her hareketi gönlü ilgilendirir. Gönül göz yüzünden pek çok şey kazanır
veya kaybeder. Gözden gelen şeylerle gönül sevinir veya ah eder. Onun için
gönlünü düşünen kimse gözüne sahip olmalıdır.
Arifler
göz ile gönül arasındaki irtibata çok önem vermişlerdir. Her insanın asıl niyeti,
gerçek sevgisi, ulaşmak istediği hedefi gönlünde gizlidir. Gönülle kalp aynı
şeydir.
Gönül,
değerini ölçemeyeceğimiz bir cevherdir. Çünkü gönül, kainatta Yüce Allah’ın (CC)
nazar ettiği çok özel bir yerdir. İnsan gönlü ile Yüce Allah’ı (CC) tanır, sever
ve O’nun (CC) yakınlığını hisseder.
Göz,
gönlün dışa açılan penceresi ve habercisidir. Gönül en çok gözden etkilenir.
Gözün her hareketi gönlü ilgilendirir. Gönül göz yüzünden pek çok şey kazanır
veya kaybeder. Gözden gelen şeylerle gönül sevinir veya ah eder. Onun için
gönlünü düşünen kimse gözüne sahip olmalıdır.
Allah-ü
Teala’nın (CC) dostları bu konuda bütün hak yolcularını uyarmışlardır. Hedefe
ulaşmak için bir çok usül öğretmişlerdir. Bu usüller, Kur’an ve Sünnet
edebinden alınmıştır. Bu usüllerin hepsi, hedefi Allah (CC) Hz.leri’nin rızası
olan herkesi yakından ilgilendirir. İşte bu usullerden birisi de “nazar ber kadem”dir.
NAZAR GÖNÜLÜN BAKIŞIDIR:
“Nazar ber kadem” Farsça bir tabirdir. Kelime manası, nazar ayak üzerinde
olacak; göz, önüne bakacak demektir. Nazar, gönlün bakışıdır. Bu, gözün tabii
görüşünden farklıdır. Nazarda niyet ve ciddiyet vardır. Nazar, gelişigüzel bir
bakış değil, gönülle iradeli bir yöneliştir.
Bu
yöneliş iyi olursa iyi sonuç verir, kötü olursa kötü sonuç verir. Mesela Allah (CC)
Hz.leri’nin dostlarının nazarı kalbi diriltir, hasetçinin nazarı kemikleri
eritir. Birisi saadet, diğeri felakettir.
Kadem,
ayak ve adım demektir. Ayak yürüyüşü, adım davranışı anlatır. Adımını dikkatli
at demek, gidişat ve davranışlarına dikkat et, sakat iş yapma demektir.
“Şeytanın adımlarına uymayın”
ayeti de bu manadadır.
Kadem
uğur ve bereket manalarına da gelir. Bereket ve huzura sebep olan kimseye
“kademi uğurlu geldi” denir. Kadem denge, sağlamlık ve sebatı da çağrıştırır.
Sözünden caymayan, işinde sağlam olan, sabırlı ve güvenilir kimseler için
“sabit kadem bir insandır” denir.
Arifler,
“nazar ber kadem” tabiriyle hak
yolcusunun hem zahirine hem de batınına ait pek çok edebi anlatmak isterler.
Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
- GÖZÜ VE GÖNLÜ HARAMDAN ÇEKMEK:
Hak
yolcusu, gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır.
Kendisini ilgilendirmeyen şeylere takılmamalıdır. Gözünü haramdan korumayanın
gönlü ilahi muhabbetten mahrum kalır. Bu yolda ciddi olmayan kimseden ciddi
işler çıkmaz.
Allah-u
Teala (CC), bu konuda bizlere şu emri vermiştir: “Resulüm (SAV)! Mümin
erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan çeksinler, namus ve iffetlerini
korusunlar. Böyle yapmaları kendileri için daha temiz bir davranıştır. Hiç
şüphesiz, Allah (CC) bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Mümin kadınlara da
söyle, gözlerini harama bakmaktan çeksinler. Namus ve iffetlerini korusunlar.”
Hz.
Resulullah (SAV) Efendimiz, harama bakmayı şeytanın kalbe fırlattığı zehirli
bir ok olarak tanıtmıştır. Kalbi bu okların zehirinden ve zararından korumanın
tek yolu gözü muhafaza etmektir.
Bunun
için kalbe katılık verecek işlerden, görüntülerden, şekil ve suretlerden gözü
uzak tutmalıdır. Gözünü ve dilini haramdan korumayan kimse veli olamaz.
Hak
yolcusunun gözü ve gönlü aynı hedefte toplanmalıdır. Buna himmetini bir noktaya
toplamak, işine yoğunlaşmak, hedefine kilitlenmek denir. Dünya ve ahiret
işlerinde başarılı olmak isteyen herkes, bu hali elde etmelidir. Yoksa yolda
kalır.
Aklı,
fikri, kalbi ve kalıbı aynı noktaya yönelmeyen kimselerin bütün işleri verimsiz
olur. Kalp ve kalıbın birleşmediği ibadet tatlı olmaz, hizmet başarıya ulaşmaz,
iş güzel sonuç vermez.
Hak
yolcusunun kilitleneceği biricik hedefi Allah (CC) rızası olmalıdır. Bütün
gayretini bu yolda kullanmalıdır. Allah’tan (CC) gayri şeylere iltifat
etmemelidir. İbadet, zikir ve hizmetinde insanlardan bir şey beklememelidir.
Hatta ahiret nimetlerini bile düşünmemelidir. Hayır olarak her ne yaparsa,
sadece Yüce Allah’ın (CC) rızası ve sevgisi için yapmalıdır. Gönlünü keşif,
keramet, cezbe gibi manevi nimetlere takmamalıdır.
- DEVAMLI HAREKET VE İLERLEME HALİNDE OLMAK:
İmam-ı
Rabbani (RA) Hz.leri der ki: “Nazar ber kadem, hak yolcusunun gözü ayağını
ileri geçmez şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu anlayış vakıaya aykırıdır. Bundan
anlaşılması gereken şudur: Göz devamlı ileri bakmalı, ayak da onu takip
etmelidir. Çünkü yüksek makamlara önce göz dikilir, sonra adım atılır. İnsan
gözünü yükseklere dikmeli ki, gayretini ona göre kullansın. Maneviyat yolunda
aza kanaat eden az kazanır. Oturan yol alamaz. Çalışan mahrum olmaz.”
Hak
yolcusu, ibadet, vazife ve hizmetlerinde adım adım ilerlemeli, bir noktaya
çakılıp kalmamalıdır. “İki günü eşit olan kimse zarardadır” hadisi, hak yolunda
yürüyenleri ve ebedi saadetini kazanmak isteyenleri uyarmak içindir.
Çünkü
Yüce Allah’ı (CC) tanımanın, manevi makamların ve güzel ahlakın bir sonu
yoktur. Bu yolculuk ölene kadar sürer, ahirette farklı bir şekilde devam eder.
Her gün yapılan ibadet ve amelin miktarı devamlı değişmez, fakat kalbin
muhabbeti, huzuru, edebi, Yüce Allah’a (CC)yöneliş şekli her an değişip
artabilir.
Bütün
vazifeler az da olsa devamlı yapılmalıdır. Başlanmadan iş bitmez, adım atmadan
yol gidilmez. Hak yolcusu, bu yolda kendinden ileri gidenleri örnek almalıdır.
Zayıf ve geride kalanlara ise şefkat gösterip yardım etmelidir.
Hak
yolcusu, bütün gidişatının ve manevi hallerinin Kur’an ve Sünnet’e uyup
uymadığına çok dikkat etmelidir. Çünki, Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz’in
gösterdiği ve öğrettiği edeblere uymayan hiçbir fikir, fiil, hal ve gidişatın
sonu Yüce Allah’a (CC) çıkmaz.
İtikadı
sağlam olmayanın ameli salih olmaz. Hak yolcusu Ehl-i Sünnet inancının dışında
bir inanca sahip olmamalıdır. Seyr-i sülûk esnasında elde ettiği bütün manevi
halleri ancak Kur’an ve Sünnet’le kontrol edip kabul etmelidir. Onlara uymayan
bütün tevil, yorum ve izahlardan kaçınmalıdır.
Hak
yolcusu, manevi terbiye esnasında gözünü ve gönlünü önündeki kamil mürşidine
dikmelidir. Onun adımlarını güzel takip etmeli, emir ve işaretlerini yerine
getirmeli, mürşidinin gösterdiği usülden ve çizdiği yoldan çıkmamalıdır.
Ayrıca
peşinden gittiği rehberine güvenmeli, onun izini takip etmeden kendi başına
hedefe gidemeyeceğini bilmelidir. Müridin kademi mürşidin kademine uygun
olmalıdır. Mürşidin kademi, onun hal ve ahlakıdır. Buna meşrep de denir.
Meşrep, su kaynağı demektir. Hak yolcusunun gidip-gelip su alacağı tek kaynağı
önündeki mürşididir.
Bütün
alem mürşid dolu olsa, hak yolcusu gönlünü önündeki kamil mürşidinde
toplamalıdır. Gönlü bir ona bir buna kayan, her gördüğü veya duyduğu mürşidin
peşine takılan kimse hiçbirinden doğru dürüst istifade edemez; ancak kalbini
dağıtır, yolda kalır. Bir de kâmil ve mükemmil olmayan kimseye mürşid diye tabi
olmamalıdır.
Hak
yolcusu, yolda yürürken gözü ayağı üzerinde ve yolunca yürümeli, edepli olmalı,
adımlarını sakin atmalı, sevimsiz hal ve hareketlerden, kibirli tavırlardan
şiddetle sakınmalıdır. Bu konuda Sünnet’e uymalıdır.
Alemlere
rahmet olan Resulullah (SAV) Efendimiz yolda yürürken sağa sola bakmazdı. Önüne
nazar buyurur, gideceği yöne yönelirdi. Yürüyüşü çok dengeli ve intizamlı idi.
Kibirli bir şekilde, el kol hareketi yaparak ve sallanarak yürümezdi.
Adımlarını hızlı fakat sakince atardı. Yüksekçe bir yerden iniyormuş gibi
yürürdü. Adımlarını atarken yeryüzü saadetli ayakları altında dürülüyormuş gibi
olurdu.
Bir
kimseye yöneleceği zaman sadece mübarek başını çevirmez, bütün vücuduyla ona
yönelirdi. Kimseye arkasından ve uzaktan seslenmez, yanına varınca konuşurdu.
- HER HALDE EDEPLİ VE MÜTEVAZİ OLMAK
Hak
yolcusu, manen ilerledikçe nefsin afetlerinden korkmalıdır. Bunun için her
halde edebe sarılmalı, boynunu bükmeli, kibirden ve benlikten Yüce Allah (CC)
Hz.leri’ne sığınmalıdır. Bir başarıdan sonra bunu kendine mal eden ve insanlara
burun büken nice başlar, baş aşağı gitmiştir.
Arifler
der ki: “Bir insanın ilmi artar da edebi artmazsa, onun Allah’tan (CC) uzaklığı
artar. İbadeti çoğaldığı halde tavazusu çoğalmayan kimsenin benlik deresinde
boğulmasından korkulur.”
İnsan,
işin başından çok sonunu düşünmelidir. Onun için devamlı yalvarış içinde
olmalıdır. Kalp ümit ve korku içinde bulunmalıdır. Ümidin korkudan biraz fazla
olması iyidir, fakat “ben artık kurtuldum, cenneti garantiledim, insanlar helak
oldu” demek, tehlikenin ta kendisidir.
Hakk
(CC) yolcusu ibadet ve ameline değil, Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin rahmetine
güvenmelidir. İlaahi destek olmadan kendi başına bir yol alamayacağını
bilmelidir. Bu yolda asıl sermaye, kendinde bir varlık görmemektir.
Bütün
alemlere rahmet kılınan Resulullah (SAV) Efendimiz’in her gün yüz defa istiğfar
etmesi, O’nun (SAV) izinden gidenlere çok şey öğretir. Allah’a (CC) giden yol bu
edeple başlar, bu edeple devam eder.
Bu
edep hiçbir zaman terk edilemez. Edebi terk eden kimse, kendi haline terk
edilir. Her konuda biricik rehberimiz ve örneğimiz olan Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz,
Miraç’ta manevi yolculuğu esnasında bu edebe bürünmüştü.
Büyük
Arif Sühreverdi (RA) Hz.leri bu mühim edebe şöyle dikkat çeker: “Bütün edepler
Resulullah (SAV) Efendimiz’den öğrenilir. Çünkü O (SAV), zahiren ve batınen
bütün edeplerin kaynağıdır. Allah-ü Teala (CC), O’nun (SAV) Miraç gecesinde ilahi
huzurdaki edebini bize şöyle haber vermiştir: “O’nun (SAV)gözü (sağa sola)
kaymadı, haddi de aşmadı.”
Allah
(CC) Resulü (SAV) ilâhi huzura yükselirken kalb-i şerifleri bütünüyle Yüce
Allah’a (CC) bağlanmıştı. Gözü, o yüce makamlarda sağa sola kaymamış, hep önüne
bakmış, ulaştığı güzellikler karşısında haya ve edebinden terlemiş, başını
önüne eğmiş ve bu hal içinde bütün makamları geçip ilahi huzura alınmıştı.
Ulaştığı manevi makam ve güzellikler onun sadece tavazu ve edebini artırmıştı.
İşte onun izinden giden arifler de böyledir. Edebi korumayan kimse, geldiği
yere geri gönderilir.”
Hak yolcusu edeple Hakk’a (CC)
yaklaşır. Bu yolun her geçit ve durağında tek levha asılıdır: Edep Ya Hû... [10]
www.GAVSULAZAM.de
|